Toplam yorum: 3.074.925
Bu ayki yorum: 1.800

E-Dergi

Ali Riza Malkoç

Ali Rıza Malkoç 1965 yılında Samsun’da doğdu. Türküler Bizi Söyler 1 (2004), Türküler Bizi Söyler 2 (2005), Duygular Dillensin Diye (2006) adlı hece şiir kitabını yayınladı. Yaşam Merdiveni adlı Toplum ve Düşünce serisinden ilk kitabı Temmuz 2018 tarihinde, Yaşam Donanımları adlı Toplum ve düşünce serisinden ikinci kitabı Ağustos 2018 tarihinde, En Güzele Yürümek adlı Toplum ve Düşünce serisinden üçüncü kitabı Şubat 2019 tarihinde Hukuk Aşkı adlı dördüncü kitabı Haziran 2019 tarihinde, Güzergâh Arayışı adlı beşinci kitabı Şubat 2020 tarihinde yayınlandı. Kitap İnceleme Yazıları adlı altıncı kitabı Mart 2020 tarihinde, Nostalji Harmanı adlı yedinci kitabı, Nisan 2020 tarihinde yayınlandı. Organize Toplum adlı sekizinci kitabı, Mayıs 2020 tarihinde yayınlandı. Anadolu Ortak Aşk Medeniyeti adlı kitabı, Eylül 2020 tarihinde yayınlandı.

Ali Rıza MALKOÇ Tarafından Yapılan Yorumlar

16.12.2023

Birinci cildi yayınlanan, “Teftiş yalnızlığı” adlı kitaba baskı hazırlığı öncesinde, son okuma, redaksiyon desteği sunmuştum. Meslek hayatının büyük bir kısmı, müfettiş olarak ülkemizin her bölgesinde geçen Yazar Fazlı Köksal; görev bilincinin yanında, çalışma aşkı, heyecanı, kalite, planlama ve adaletli bir yaşam tarzının zihinsel kodlarını vermektedir.

Askerlik vazifemi yaparken öğrendiğim bir kural vardı, yaşamın her zaman ve zemininde geçerli olabilecek bir anlayış: “Denetlenmemiş bir iş, yapılmamış sayılır.” Çünkü doğru yaptığımızı zannettiğimiz bir şey, işin ehli bir şahsiyet tarafından denetlendiğinde hatalarımız ortaya çıkmaktadır.

Önerim odur ki; devletin istihdam politikasında denetimin ayrı ve özel bir yeri olmalıdır:

Adalet Akademisi, Güvenlik Akademisi gibi Denetim Akademisi de kurulmalıdır. Mesleğe kabul edilen her müfettiş, bu akademide ileri düzey eğitim almalı, sonrasında görev verilmelidir.
16.11.2023

İhmal, kasıt veya farkında olmadan, olumsuz bir olayın parçası olanlar; bazen dürüstçe suçunu itiraf eder, özür diler ve uygun görülecek yaptırıma razı olur.
Bazıları ise hamdır, çiğdir, niyeti bozuktur, kamuflajla yaşar hep. Suçuna ya bir ortak bulmalıdır veya başkasına ihale etmelidir.
O zaman sanal bir aracı yaratılmalıdır ki suçtan aklansın veya suçu hafiflesin.
Olayın akışına ve zamana göre tercihini yapar.
Taşeron, mayın eşeği, günah keçisi, şamar oğlanı, kurban veya gönüllü sahte bir itirafçı bulur. Üç günlük dünyada 300 çeşit kire bulaşır, bu mirasla ölür gider.
İşte bu kitap, kaynağı ne olursa olsun tüm istismar alanlarını masaya yatırmış, sorgulamış, irdelemiş ve öneriler sunmuş.
Ne günah keçisi olmayı kabul edelim, ne günah keçisi yaratalım.
Kendi hatalarımızı; ister insan olsun, ister hayvan olsun, başka bir canlıya yüklemeyelim.
Kendi pisliğimizi temizleyecek kutsal bir kurtarıcı bekleme hatasına düşmeyelim.
Doğruyu söylemeye, haklının yanında olmaya, dürüst davranmaya, sürekli hak ve adalet merkezli bir yaşam idealiyle yol almaya “mecbur olmak”… Dile kolay, bu ve benzeri hakkaniyet gerektiren durumlarda, B planı dahi kurmamak, her insanın harcı değil. İşte İnce Memed serisi bize kurgusal planda bu duygusal frekanstan, toplumsal atmosferden söz ediyor.

İnce Memed 1. cildi, heyecanla okumuş ve "onaylı yorumcu" olarak yorumlamıştım. 2. cilt ile okuma serüvenimiz devam ediyor. Kalan diğer 2 ciltteki anlatımları görmeden tamamını yorumlamak mümkün değil tabi. Girişteki Anavarza Ovası doğal yaşam betimlemesi, periyodik gözlemler, insana huzur veriyor, adeta büyülüyor. Olayların ve kahramanların çok olması ve diyalogları takipte ve anlamakta zorlanıyoruz bazen. Yöresel kültürel değerler ve günlük halk diline yabancıysanız, daha dikkatli okumak ve olaylar arasında ilişki kurmak zorundasınız.

Birinci cildin, kötü adam karakteri Abdi Ağa’dan sonra, ikinci ciltte karşımıza yörenin ağası Ali Safa Bey çıkıyor. Yörenin huzurunu bozan Ali Safa Bey de yaptıklarının kusurlu ve aykırı şeyler olduğunun farkında olacak ki, 16. Bölüm, 108. Sayfada şöyle homurdanıyor:
“Attığın taş, dediğin kuşu vurmuyor, daha ne kadar sürecek bu savaş!.. Topraklar bomboş duruyor. Şu işe yaramaz köylüler, ne toprağa kendileri bir şeyler yapabiliyor, ne de bize bırakıyorlar.”

Sömürü ve baskı odaklı, hedonist, egoist bir ortak yaşam modeli dayatılması, demek ki her coğrafyada, her zaman ve zeminde, insanlığın baş belası olmuş ve olmaya devam ediyor. Ali Safa Bey, sözde kusurunu anlamış ama yine de köylüleri hatalı bulmaktan da geri durmuyor. Başka ve kalıcı bir hakça yaşam modeli arayışı ise hiç yok.

1215 yılında, İngiltere’de halkın Kral ile yapmış olduğu Magna Carta anlaşması, kralın yetkilerini kısıtlamış ve halkın egemenliğinin nasıl olması gerektiğinin ilk adımları atılmıştır. Anayasal, demokratik, laik, hukuku üstün tutan sosyal devlet anlayışı; günümüze kadar yeni kazanımlarla gelişse de, her toplumda aynı kalite ve kalibrede kendine alan açamamıştır.

İnce Memed, bir halk kahramanı. Köroğlu, Dadaloğlu, Debreli Hasan gibi. Sürdürülebilir bir yaşam savaşı olmasa da, daha hakça bir düzenin alt yapısını kurmak için, bu süreçten de geçmek gerekiyor. Hani eskiyen binaları kentsel dönüşümle yeniden yaparken, bir değişim, yıkım, düzenleme, planlama gerektiği gibi. Bu arada mitoloji kahramanı, Prometeus’u da iyi anlamak gerek.

Bugün artık hakça, çağdaş, adil, modern, çoğulcu, eşitlikçi, özgür bir toplum yaratmak için; tüfekli, bombalı, kılıçlı kahramanlara ihtiyaç yoktur. Düşünce, bilinç, bilim ve zihinsel tabanlı bir donanıma, değişime, devrime ve mücadeleye ihtiyaç var. Fakat İnce Memed’in yaşadığı süreci tanımadan, anlamadan bu düzeye çıkmak da zor.

İnce Memed roman serisi; sabır ve dikkatle okunmak için sizleri bekliyor.

Sayın Yazarın, on iki kitabının sonuncusu bu: “Âşıklara Yer Yok”. Diğer kitaplarını okumadığım için, genel bir yorum yapmayacağım. Kitabın konusu ve özeti, tanıtım yazısında zaten vardır. Orhan ile Firdevs arasında geçen duygusal ilişkilerden alıntı ile yetinmeyeceğim. Kısa ve öz olarak, anlatımın, anlam algoritmasını çıkarmaya çalıştım.

Evet, aşk sessiz ve derinden ilerler. Dili ve mekânı yoktur âşıkın. Kitabın adını ilk okuduğumda, yorum geliştirmekten çekindim. İlerleyen sayfalarda ise şu düşünce canlandı zihnimde: âşıklar yüce bir alemde yaşar, fiziki/maddesel bir ortama, konuma, yeryüzüne gökyüzüne sığmazlar, hapsedilemezler ve hepsinden önemlisi bunlara ihtiyaç hissetmezler. Bu çözümlemeyi, 199. sayfada geçen şu cümleden de anlıyoruz: “Âşktan nasibini alan insan, yedi kat toprağın altından bile çıkıp, mâşukuna kavuşur. Aşkın üzerini örtmeye, ne toprağın gücü yeter ve taşın”. Bunu bir abartı, kutsallığa bürünmüş metafizik bir yaklaşım olarak gören yanılır. Âşk makamında yaşayanların hakikatine erdiği bir kavram bu.

157. sayfada ise; “İnsan kaderin karşısındaki çaresizliğini gizlemek uğruna tesadüf diye bir kelime uydurdu. Asıl gizlemek istediği iradesinin zayıflığından doğan acıydı.” cümlesi de, aşkın çileli ıstıraplı yolunu hatırlatıyor bize.

Âşk içinde âşk yaşar bazen insan. Evrenin en yüce varlığı olan insan, yalnızca karşı cinsine âşık olmakla yetinmez. Ahenk içinde dans eden, tüm varlıklar alemine vurulur. Bir hayvanın neşesinden bile haz alır. Yaşarken, yaşatma azmiyle hareket eder. Tüm evreni insanda; insanı da tüm evrenle bütünleşik görür. Holistik bakışın verdiği huzurla yaşar. Leyla’dan Mevla’yı bulan âşıklar, hep bu yolda ömür tüketmişlerdir. Âşksız yaşayan bir can; meyve vermeyen bir ağaç, yaprak açmayan odun olmaya doğru yol alır. Sevgisiz, aşksız, muhabbetsiz kalmamak için, sözü kitaba bırakalım.

Keyifli okumalar.