Kara Üçleme
Metis Polisiye olarak geçiyor bu üçleme ama polisiyeye tür olarak yakın bulamadım ben. Sıkı bir polisiye okuru da değilim, pek ahkam kesmek istemem ama kitaplardan genel olarak anlamadığım için buna hakkım olduğunu düşünüyorum. Kara anlatı işte. Paris'in gettoları, kaybeden insanlar. Gırla. Leo Malet, gençliğinde böyle ortamlarda bulunmuş, hayata tutunmaya çalışmış biri. Breton'la vs. tanışmamış olsaydı kendi metinlerinin kahramanlarından biri haline gelebilirdi belki.
Albert, Paul, Marcel ve Jean, para yüklü bir banka aracını soymak üzere araçlarından fırlıyorlar. Kamyonet diyelim, kamyonetin arka kapısı açılıyor ve Jean, içerideki iki kişiyi tarıyor. paraları alıp tüyüyorlar, bir de yastık bırakıyorlar ki Paul'ün kamburu numaradanmış gibi algılansın. Paul gerçekten kambur.
Anlatıcı Jean, hikâyeyi Jean üstünden öğreniyoruz ama olay bir süre sonra tamamen Jean'a dönüyor. Saldırıdan önce Jean'ın düşündüğü: "(...) Hayat berbattı. Bu her gün kendini gösteriyordu. On yaşında olmak isterdim. Neden bilmem ama on yaşında olmak isterdim. Muazzam bir on yaşında olma arzusu. Hayat berbattı; bu tiksindirici ve korkunç bir çarktı; biz de berbatlığının sürmesine katkıda bulunuyorduk."
Üçlemenin ikinci bölümü. Andre Arnal 16 yaşında, serserilikten ıslahevine düşüyor. Serserilik, sokakta yatmak, kötü kişilerle takılmak ve böyle şeyler. André bunların hiçbirini yapmıyor, bir ayyaşın söylediklerini dinlemek zorunda kalıyor ve o sırada polisler bunu alıp atıyorlar kodese. Şanssızlık. 21 yaşına kadar, yani reşitliğine kadar orada kalma tehlikesi var. Gençlerle dolu bir yer ve çoğu sorunlu. Sıkıntı büyük. Neyse ki dayısından mı ne haber geliyor, bir miktar da para göndermiş. Salıveriliyor Andre.
Yokluktan kurtulmaya çalışan bir çocukla hemen hemen aynı şeyi isteyen bir kızın hikâyesi. Mekan ne kadar değişirse değişsin, her yerde boğuculuğu hissediyorsunuz. İnsanlar karanlık olunca metin de öyle oluyor ister istemez.
Üçlemenin üçüncü bölümü. Paul Blondel, düşlerinden tere batmış bir şekilde kurtuldu. Tıknaz, gözlüklü bir adam kabusu olmuştu; ne zaman görünse Paul'ü ölümüne korkutuyordu. Hele o gece, soyguna çıkmadan önceki gece Paul için çok sıkıntılı oldu. Reis'in söylediklerini yapmak zorundaydı, sevgilisini kaybetmişti ve aşağılık kompleksi yüzünden dünyasını zindana rahatlıkla çevirebiliyordu. Otuzlarına yaklaşmıştı ve yaşamak dışında başarabildiği pek bir şey yoktu.
Birinci bölümde her şeyin başladığı zamana dönüyoruz. Paul bir dolandırıcı, mücevher işi yapıyor. Bildiğimiz şey; kıytırık bir takıyı çok değerliymiş gibi gösterip kakalamak. Gözüne güzel bir kadını kestiriyor, yemi yutturuyor ve ödeme için kadının evinin civarına gidiyorlar. Barın birinde muhabbet ilerliyor. Sonrası yine aptal aşıklık. Serinin diğer iki metnindeki karakterlerin en problemlisi burada: Çok güzel, genç bir kadınla sevgili olan, kendine güveni eksilerde bir adam. Üstelik Jeanne, bütün dolandırıcı numaralarını bilen bir kadın, en başından beri dönen katakulliyi biliyordu, yine de Paul'den etkilendiği için renk vermedi.
On numara final.