İlber Ortaylı, son zamanlarda tarih ve kültür çevrelerinde ismi çokca zikredilen tarihçilerimizden birisi. Kendine has tavırları, mimikleri, engin bilgisi ve bir nevi karizması itibariyle son zamanlarda oldukça ilgi çeken nadir tarihçilerimizden.
Bilirsiniz, Türk halk ve popüler kültürü bağlamında bir tarihçinin çok dinlenmesi, ilgi görmesi, adının çok duyulur olması pek de rastlanır bir şey değildir. Bu geleneğin az da olsa kırılmasında bence, son zamanlarda Türk halkının tarihe olan ilgisinin artması en büyük neden. Türkiye'nin stratejik öneminin tekrar gündeme geldiği; Ermeni sorunu, Lübnan'ın iç sorunları, K.Irak ve Kerkük gibi sorunlar sebebiyle tarih muhasebemizin tekrar tekrar yapılageldiği bu günlerde, ünlü bir tarihçiye olan ilgi de artıyor. Diğer bir sebep de İlber Ortaylı'nın siyasi herhangi bir polemiğe girmemesi, sadece bilimsel çalışmaları ile tanınması. Zaten olması gereken de bu. Zira Türkiye Cumhuriyeti tarihinin çok büyük bir kısmı bu anlamsız siyasi polemiklerle heba oldu. Sırf daha muhafazakar veya daha sosyal demokrat veya daha sosyalist vs. yaftalarla bir çok değerli sanatçı ve bilim adamımız ve çalışmaları resmen güme gitti. Bu konuda benim ilk aklıma gelenler Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İdris Küçükömer, Hikmet Kıvılcımlı gibi kişilerdir.
Bu kitap, İş Bankası'nın Nehir Söyleşiler başlığı altında yürüttüğü çalışmalardan bir tanesi. Kitap bir önsözle başlıyor. Önsözde söyleşiyi yapan Nilgün Uysal'ın kitaba ilişkin kısa bir özeti var. Hangi tür okuyucunun özellikle hangi bölümleri okumakla başlayabileceğini anlatmış. Yani, okuma maceranızı kitabı başından sonuna doğru değil de ilgilendiğiniz bölümleri önceden seçerek de yapabilirsiniz. Zira, yazarın çocukluğu, ilk gençlik yılları gibi konular doğrusu, bazı okurları pek de açmayabilir.
Söyleşiler 2003 yılında başlamış ve 2005 yılında bitmiş. Söyleşiler 23 bölüm altında düzenlenmiş. Benim en çok hoşuma giden bölümler şunlar:
- Yirminci bölüm: Biz devlet için ölür, Bir yandan da devleti soyarız
- Yirmi birinci bölüm: İltica edenler daha ulusçudur..Ben de
- Yirmi üçüncü bölüm: Topkapı Sarayı'nda Tarihi koklamak
Kitabı, yoğun akademik bilgilerin verildiği, tarihi, sosyolojik konularda uzun uzun konuşulduğu bir eser olarak görmemek lazım. Zaten bu amaçla da yazılmamış. Kitap, tarihçi hakkında daha önce okumuş, eserlerini incelemiş ve onun hakkında daha ayrıntıya inmek isteyen kişiler için daha uygun.
Ancak kitap, bir söyleşi veya bir biyografi anlamında bence başarılı. Ayrıca, Cumhuriyet döneminin her kesimden birçok ünlü şahsını bizzat tanıyan birisinin onlar hakkındaki kişisel görüşlerini duymak da bazı okurlar için oldukça ilginç olabilir. İlk aklıma gelenler şunlar: Can Yücel, Halil İnalcık, Coşkun Üçok, Atilla Koç, Mehmet Ali Baydar, Cengiz Çandar, Uluç Gürkan, Mübeccel Kıray, Mete Tunçay, Sencer Divitçioğlu, Niyazi Öktem, Tarık Zafer Tunaya, Altan Öymen, Neslişah Sultan vs.
En son olarak; esasında pek de önem vermediğim bir konuya değineyim: İlber Bey'in genel tavırlarının umursamaz veya snob olup olmadığı konusunda. Evet, bir çok yerde gördüğüm, okuduğum, bu kitap ta da kısmen yer alan bir konu. Böyle bir durumu şahsen ben de görüyorum, ama bunu İlber Ortaylı'nın gerçekten değerli bir tarihçimiz olduğu gerçeğinin çok çok arkasında olması gereken bir ayrıntı diye görüyorum.
Kendisine Topkapı Sarayı Müdürlüğü görevinde de başarılar diliyorum. Umarım kitapta belirtilen birçok hukuki, bürokratik,mali engeli aşar da bu Sarayı'mız hakkıyla gezilebilir hale gelir.