Toplam yorum: 3.077.321
Bu ayki yorum: 4.200

E-Dergi

deryamustafa Tarafından Yapılan Yorumlar

25.01.2007

Nesteren Davutoğlu, gezmeyi çok seven bir reklamcı. İşinden vakit bulabildiği zamanlarda Afrika, Balkanlar, Kuzey ülkeleri ve diğer bir çok yeri gezmiş ve bunları defterlerine not etmiş.

Yazarın okuduğum ilk kitabı bu. Enteresan bir kapak tasarımı, iç düzeni ve anlatımı var. Bunun sebebi ise, kendisinin de sık sık söylediği gibi, reklamcı olması.

Yazar, gezerken çizgili defterine el yazısıyla notlar almış, tren-otobüs-uçak biletlerini bu defterlerinin arasında saklamış. Bir kısmının üzerine notlar almış. Ve tüm bunları kitap üzerine basmış. Bu yüzden kitabın görsel içeriği, diğer klasik kitaplardaki gibi değil. Her sayfada bir kartpostal resmi, el yazısı notu, karakalem bir heykel vs. bulunmakta. Bu yüzden farklı ve çekici olmuş.

Ancak, anlatım bakımından bence biraz kopuk olmuş. Kurulan cümleler uzun değil, dili basit ve sade fakat cümleler birbirinden kopuk, birbirlerini takip etmiyor. Bu yüzden, okuma seyrinizde kopukluklar olabiliyor. Tabi, bu benim kişisel fikrim.

Kitabın hacmi küçük olduğu için esasında Norveç hakkında öyle çok daha fazla bir bilgi alamayabilirsiniz. Ve kitabı okumadan önce Norveç hakkında ayrıntılı bir ansiklopedik bilgi edinmeniz lazım. Ayrıca, Norveçli tarihi ve ünlü kişiler hakkında bir ön bilgiye sahip olmanız gerekiyor. Mesela, Edvard Munch, Ibsen, Gustav Vigeland, Thor Heyerdahl, Knut Hamsun gibi tarihi ve ünlü kişiler hakkında biraz ön bilginiz olursa, kitabı daha iyi özümsersiniz.

Bana en ilginç gelen satırlar; Vigeland heykel müzesi, Vikingler, balık pazarları ve fiyortlar hakkındaki satırlardı.

Kitabın içinde şu konuları bulabilirsiniz: Dağ köyleri, fiyortlar, bazı önemli bina ve müzeler, Kon Tiki macerası, Vikingler, bir çok ünlü Norveçli sanatçı ve kısa kısa hayatları ve çalışmaları.

Bu kitabı okuduktan sonra aklınızda en çok kalanlar; dağ köylerinin dinginliği, insanı inzivaya daveti, dağ, kar,buz ve suyun sessiz birlikteliği olacaktır.
22.01.2007

Aynı adı taşıyan televizyon programıyla gençlerin ilgisini ve beğenisi toplayan Çağatay Şahin, gezi yazılarını biraraya getirmiş. Ve sonunda bu kitap ortaya çıkmış.

Kitap kapak tasarımı, içeriğindeki bol resimleri ve resim-yazı kombinezonuyla oluşturulan içeriğiyle hoş olmuş.

Piyasada yayınlanan diğer gezi yazılarını izleyenler hemen farkedecektir. Çağatay, profesyonel bir gezgin değil. Okuyucu kitlesi de daha çok gençler ve öğrenciler. Hafif, çok ayrıntıya pek girmeyen, eğlendirici bir tarzda yazılmış.

Anlatım tarzı basit, içeriği çok genel ve bazı ufak tefek bilgi hataları göze çarpıyor. Bu yüzden, gidilen yerlerle ilgili çok ayrıntı verici, haritalı, rehberli bir gezi kitabı değil. Ama eğlenceli. Kitabın hacmi kısa olduğu ve içeriğin çoğu da resim olduğu için kitabı bir kaç saat içersinde bitirebilirsiniz.

Kitapta şu yerler anlatılıyor: Prag, Bali, Bangkok, Budapeşte, Cape Town, Moskova, Floransa, Venedik, Siena, Kos, Ulan Bator, Amsterdam, Krakow, Varşova, Zagreb, Tokyo, Kazablanka, Marakeş.

Türk halkının gezmeye, başka yerleri ve kültürleri görmeye pek de ilgili olmadığı göz önüne alınırsa; bu kitap gayet özendirici ve faydalı. Gezmenin, başka yerleri kendince keşfetmenin yorucu taraflarını değil; eğlendirici, heyecanlandırıcı taraflarını gösterdiği için bence başarılı bir kitap. Rahmetli Barış Manço'yu ve programını anımsattı bana. Çoğumuz onunla görmüştük başka başka dünyalar olduğunu.

Ayrıca, Çağatay yazılarında ve yorumlarında seviyeli. (Acun Firarda gibi bir kepazeliğin tam tersine). Bu işin eğitimsel ve kitabi yönünü de geliştirirse tam süper olacak.
22.01.2007

İlber Ortaylı, son zamanlarda tarih ve kültür çevrelerinde ismi çokca zikredilen tarihçilerimizden birisi. Kendine has tavırları, mimikleri, engin bilgisi ve bir nevi karizması itibariyle son zamanlarda oldukça ilgi çeken nadir tarihçilerimizden.

Bilirsiniz, Türk halk ve popüler kültürü bağlamında bir tarihçinin çok dinlenmesi, ilgi görmesi, adının çok duyulur olması pek de rastlanır bir şey değildir. Bu geleneğin az da olsa kırılmasında bence, son zamanlarda Türk halkının tarihe olan ilgisinin artması en büyük neden. Türkiye'nin stratejik öneminin tekrar gündeme geldiği; Ermeni sorunu, Lübnan'ın iç sorunları, K.Irak ve Kerkük gibi sorunlar sebebiyle tarih muhasebemizin tekrar tekrar yapılageldiği bu günlerde, ünlü bir tarihçiye olan ilgi de artıyor. Diğer bir sebep de İlber Ortaylı'nın siyasi herhangi bir polemiğe girmemesi, sadece bilimsel çalışmaları ile tanınması. Zaten olması gereken de bu. Zira Türkiye Cumhuriyeti tarihinin çok büyük bir kısmı bu anlamsız siyasi polemiklerle heba oldu. Sırf daha muhafazakar veya daha sosyal demokrat veya daha sosyalist vs. yaftalarla bir çok değerli sanatçı ve bilim adamımız ve çalışmaları resmen güme gitti. Bu konuda benim ilk aklıma gelenler Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İdris Küçükömer, Hikmet Kıvılcımlı gibi kişilerdir.

Bu kitap, İş Bankası'nın Nehir Söyleşiler başlığı altında yürüttüğü çalışmalardan bir tanesi. Kitap bir önsözle başlıyor. Önsözde söyleşiyi yapan Nilgün Uysal'ın kitaba ilişkin kısa bir özeti var. Hangi tür okuyucunun özellikle hangi bölümleri okumakla başlayabileceğini anlatmış. Yani, okuma maceranızı kitabı başından sonuna doğru değil de ilgilendiğiniz bölümleri önceden seçerek de yapabilirsiniz. Zira, yazarın çocukluğu, ilk gençlik yılları gibi konular doğrusu, bazı okurları pek de açmayabilir.

Söyleşiler 2003 yılında başlamış ve 2005 yılında bitmiş. Söyleşiler 23 bölüm altında düzenlenmiş. Benim en çok hoşuma giden bölümler şunlar:

- Yirminci bölüm: Biz devlet için ölür, Bir yandan da devleti soyarız
- Yirmi birinci bölüm: İltica edenler daha ulusçudur..Ben de
- Yirmi üçüncü bölüm: Topkapı Sarayı'nda Tarihi koklamak

Kitabı, yoğun akademik bilgilerin verildiği, tarihi, sosyolojik konularda uzun uzun konuşulduğu bir eser olarak görmemek lazım. Zaten bu amaçla da yazılmamış. Kitap, tarihçi hakkında daha önce okumuş, eserlerini incelemiş ve onun hakkında daha ayrıntıya inmek isteyen kişiler için daha uygun.

Ancak kitap, bir söyleşi veya bir biyografi anlamında bence başarılı. Ayrıca, Cumhuriyet döneminin her kesimden birçok ünlü şahsını bizzat tanıyan birisinin onlar hakkındaki kişisel görüşlerini duymak da bazı okurlar için oldukça ilginç olabilir. İlk aklıma gelenler şunlar: Can Yücel, Halil İnalcık, Coşkun Üçok, Atilla Koç, Mehmet Ali Baydar, Cengiz Çandar, Uluç Gürkan, Mübeccel Kıray, Mete Tunçay, Sencer Divitçioğlu, Niyazi Öktem, Tarık Zafer Tunaya, Altan Öymen, Neslişah Sultan vs.

En son olarak; esasında pek de önem vermediğim bir konuya değineyim: İlber Bey'in genel tavırlarının umursamaz veya snob olup olmadığı konusunda. Evet, bir çok yerde gördüğüm, okuduğum, bu kitap ta da kısmen yer alan bir konu. Böyle bir durumu şahsen ben de görüyorum, ama bunu İlber Ortaylı'nın gerçekten değerli bir tarihçimiz olduğu gerçeğinin çok çok arkasında olması gereken bir ayrıntı diye görüyorum.

Kendisine Topkapı Sarayı Müdürlüğü görevinde de başarılar diliyorum. Umarım kitapta belirtilen birçok hukuki, bürokratik,mali engeli aşar da bu Sarayı'mız hakkıyla gezilebilir hale gelir.
11.01.2007

Elif Şafak'ın okuduğum ikinci kitabı. İlk olarak, Baba ve Piç'i okumuştum. Hani şu "Ermeni meselesi" dolayısıyla olumlu-olumsuz bir çok eleştiri alan romanı.

Bu kitap bir roman değil. Farklı zamanlarda yazmış olduğu makalelerinin bir araya getirilmiş bir seçkisi. Bence iyi de olmuş. Yazarın romanlarının alt yapısını da bu makalelerde görebiliyorsunuz.

Doğrusu, yazarın görüşlerini paylaşsak da paylaşmasak da; iyi eğitim almış, yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da bulunmuş, çok dilli, hatta ki romanlarını İngilizce yazabilecek kadar yabancı dile hakim bir Türk bayan. Bayan bir yazar diyorum; zira kadın hakları, feminizm gibi konularda oldukça hassas.

Kullandığı dil açısından, bol bir kelime dağarcığına sahip. Tarihe, dile ve tarihsel düşünceye olan hassasiyeti ve merakı, onun hem modern hem de Osmanlıca kelimeleri sık sık kullanmasıyla sonuç veriyor. Şahsen bu benim için hiç te bir sorun değil, aksine insanın dağarcığını zenginleştiren bir durum. Ancak, günlük 200-300 kelime kullanım kapasitesine sahip bir çok okur veya okur adayı için yazdıkları fazlasıyla ağdalı gelebilir. Hatta birçok kişinin, "Ya nediyor bu hatun? Dediği bile anlaşılmıyor. Arı-duru yazsın da herkes anlasın" dediğini bile düşünüyorum.

Bir çok makalesinin bir çok satırının altını dikkatle çizdim. Çoğunu bir kaç kez daha okudum. Bence yazar, 2-3'er sayfalık yazılarında, uzun hikayeleri olan birçok hususu ele almış. Kadınlık, kimlik, Doğu-Batılı olmak, kültür, kültürel bölünme gibi konular en çok ele alınanlar.

En çok beğendiğim makaleler şunlar:

- Dipsiz boşluk
- Türkiye'nin modern yüzü
- Gümüş mazi
- Öteki ben
- Mutsuz aileler
- Berlin ve İstanbul
- Gececil edebiyat

Eğer, düşünmeye, düşünceye, düş kurmaya, başkarının düşlerini ve evhamlarını öğrenmeye meraklıysanız bence alın, okuyun.
10.01.2007

Daha önce Uzakname isimli gezi kitabında yabancı ülkelere yaptığı gezilerini anlatan Mehmet Yaşin, bu kitabında da çeşitli yayın organlarında yayınladığı yurt içi gezi yazılarını derlemiş.

Mehmet Yaşin, sadeliği, içtenliği, benzerlerine göre lümpen olmayan tavırlarıyla hoşlandığım bir tipleme. Özellikle bu kitabının arkasına konulan kahverengi şapkalı, kalın çerçeveli gözlükleri ve tam anlamıyla bir değişik bakışlarıyla, sevecen bir seyyah görünümünde.

Önceki kitabında olduğu gibi, bu kitabında da anlatımı oldukça sade. İnsanlarla ve çevresindeki nesnelerle olan ilişkisi oldukça samimi. Gittiği köylerde-kasabalarda tanıştığı 'yurdum insanıyla' olan ilişkileri gayet olması gerektiği şekilde; yani içten, bir yerli, bir Türk gibi. Bir sahil kasabasından geçerken durup balıkçılara selam verebilen, evinin bahçesinde gözleme yapan bir köylü kadının gözlemesinden tadabilen, arabasının arkasına doldurduğu lor peynirlerini, pekmezleri, pastırmaları, manda tereyağlarını, köy ekmeklerini vs. evinde afiyetle yiyen olduğu gibi bir insan.

Kitabın içeriğine gelince, dediğim gibi, muhtelif zamanlarda yazdığı yazıların bir derlemesi. Bu yüzden, birçok yerde tekrarlara rastlanabiliyor. Bence, kitapta bu kadar çok yazı olacağına mükerrer yazılar tekrar elden geçirilerek sadeleştirilmeliydi. Belki bu sefer kitabın hacmi küçülebilirdi ama anlatılan yerlere daha çok yoğunlaşılabilir ve tekrardan dolayı okuyucuda oluşabilecek sıkılganlıklara engel olunabilirdi. Bu yüzden ben de kitabı baştan sona değil, bir ortadan, bir baştan bir de sondan okuyarak bitirdim.

Kitabı okuduğunuzda, Türkiye'yi bir baştan bir başa görmüş oluyorsunuz. Yazar, gidilmedik bir yöre bırakmamış. Ama, büyük bir eksik var ki o da şu: Fotoğraf yok. Yazar, her gittiği yerde özenle fotoğraf çekiyor ama kitabında bir tane dahi fotoğraf yok. Bunun olumsuz sonucu da yazarın anlattığı yerlerin okuyucunun dimağında tam olarak somutlaştırılamaması. O kadar güzel yeri kuru kuru okumuş oluyorsunuz.

En çok beğendiğim yazıları kendimce işaretledim. İşte şunlar:

-Tarsus:tarihin başkenti
-Paylaşılamayan cennet:Amasra
-Üç gün üç göl
-Yeşile boyalı Trilya
-Mutfakta saklanan lezzet
-Beypazarı'nda dün-bugün
-Yarımadanın Kocaevi
-Hüznün ve neşenin adası
-İskele iskele Boğaziçi

Gezmeyi sevenler için okunması gereken bir kitap.