Toplam yorum: 3.076.922
Bu ayki yorum: 3.800

E-Dergi

Çepni55 Tarafından Yapılan Yorumlar

25.12.2005

Bir maçı radyodan dinlediğinizde o maçı seyredemediğiniz için hayıflanır,üzülürsünüz. Zira,maç o kadar heyecanlıdır ki,kelimelere sığmaz. Halbuki vaziyet hiç de öyle değildir. Maçın bütün lezzeti radyo spikerinde gizlidir. Yavan giden müsabaka,spikerin anlatımıyla öyle bir hal alır ki,şaşırır kalırsınız.
Yan çaprazdan girenler olur,şutlar kale direğini adeta yalayıp az farkla auta gider,taç çizgisinin biraz önünde yarım korner olarak nitelenebilecek serbest vuruşlar kullanılır, kaleci arkadaşlarının oyun alanındaki dağılışına bakar vs… Bütün bunlar bir radyo spikerinin beylik cümleleridir. Ama bunların arasında en ilginç cümle;yüzde doksan dokuzluk bir gol pozisyonunun kaçırılmasıdır. Sanırsınız ki,spiker arkadaşın elinde gol pozisyonunu ölçmeye yarayan,mesela golmetre adlı bir cihaz var ve pozisyonun akabinde bu cihaz kaçan golün yüzde kaçlık bir fırsat olduğunu gösteriyor.
Halit Kıvancı hatıralarından oluşan bu eser spor-özellikle de futbol tarihine düşülen mütevazı bir nottur...
25.12.2005

Bu kitabın çekirdeğini Tunca Aerslan'ın nPopüler Sinema Dergisinde çıkan bir yazısı oluşturuyor. Dünyada geniş kitlerleri etkileyen iki önemli kavramın bir arada konu edilmesi gayet iyi bir düşünce...
Bence filme çekilmesi en zor şeylerden birisi de bir futbol müsabakasıdır. Futbol oyununun kendine has bazı özellikleri gerçeğe yakın görüntülerin elde edilmesine mani olabilir. Hatta futbol sadece sinemaya aktarılırken değil,çizgi film ve bilgisayar oyunlarına aktarılırken de türlü zorluklar çıkarabilir. Gerçi bütün bu zorluklar bahsettiğimiz faaliyetlerin gerçekleştirilmesini engelleyememiştir ama yine de ortaya (müsabaka sahneleriyle beraber) bir şaheser çıkmasına henüz şahit olamadık.
Futbol yalnızca bir kişinin macerası olmadığı için zordur belki de… Hem bu zorluk yalnızca sinema,animasyon,oyun vs. için değil edebiyat için de böyledir. Futbola dair eserler ortaya konulmuştur ama halen şöyle hatırı sayılır bir edebi esere rastlayamıyoruz.
******************
Ortalama bir futbol seyircisi muhtemelen kitap okumayacağı için futbol edebiyatının çok fazla gelişebileceğini söylemek güç. (Gazeteyi bile en arka sayfasından başlayarak okuyan bir adama kitap okutmak bir hayli zor olsa gerek.) Ancak sinema pek çok yönüyle futbolla paralellik arz ediyor. Bu bir avantajdır aslında. Belki de daha gerçekçi bir film için yapılması gereken şey,kamerayı sahaya indirmek yerine,futbol seyircisinin alıştığı çekimleri filmin içersinde uygulamak. Mesela ben bir yönetmen olsam,çekeceğim müsabaka sahneleri için bir maç yönetmeninden istifade ederim. Eminim ki,kadraj kullanımı bakımından (müsabaka görüntülerinde) usta yönetmenlere taş çıkaracaktır. Böylelikle futbol seyircisinin alıştığı klasik görüntüleri bir kez daha huzura sunmuş olurum ve anlattığım hikaye daha bir inandırıcılık kazanır.
25.12.2005

Fatih...
Samsunspor’un efsanevi kalecisiydi. Milli takımda da başarılı maçlar çıkarmıştı.
Fatih’le ilgili aklımda kalan ilginç bir hatıram var. İlkokul yıllarımdı. Kiminleydi,ne zamandı bilmiyorum ama bir gün Fatih’le ilgili şöyle bir diyaloga girdiğimi hatırlıyorum.
-Kaleci Fatih o kadar terbiyeliymiş ki, hiç küfür etmezmiş.
-Yok ya...Çok sinirlendiği zaman da mı küfür etmezmiş?
-Etmezmiş...Yalnız çok sinirlenirse “Allah cezanı versin!” dermiş.
“Allah cezanı versin” benim büyüdüğüm mahallede küfürden sayılmazdı. Öyle ki, bizim mahallenin çocukları cümlenin sonunda nokta niyetine okkalı bir küfür savururlardı. Ve bir insanın hiç küfür etmemesi bizim için çok garip bir şeydi. İnanamamıştım bir türlü.
Halbuki Fatih Uraz’ın bugünkü çizgisine ve dünya görüşüne bakınca bu söylentinin çok doğru olduğunu anlayabiliyorum.

******

Fatih Uraz’ın kitabında anlattığı ilginç hatıralarından birisi de bir Altay maçına ait... Samsun’da oynanmıştı ve Samsunspor maçı 2-0 kazanmıştı. Kitapta tafsilatıyla anlatıldığı gibi top Fatih’te iken sahaya bir polis köpeği girmişti ve topun peşine düşmüştü. Fatih Uraz kitapta köpekten fazlasıyla bahsediyor fakat bilmiyorum ismini hatırlıyor mu?
Polis köpeğinin ismi Reks’ti.
O kadar sempati kazanmıştı ki,mahallede oynadığımız köpeklere bile Reks adını vermiştik.

******

Kitabı okumamın üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçti.
Bu yazıyı kaleme almak için mahsus bu kadar uzun süre bekledim. Çünkü taze eleştirilerin çok sağlıklı olmayacağı kanaatindeyim. Şimdi geriye dönüp baktığımda,hatıralar arasından üç tanesinin sıyrılıp halen canlılığını muhafaza ettiğini görüyorum...
Birincisi, Schumacher ile Simoviç’in davranışlarının anlatıldığı kısım. Bana çok anlamlı geldi bu hatıra... Ve Monaco maçı sonrası elinde Türk bayrağıyla sahada tur atan Zoran Simoviç’in görüntüsü birden puslanıverdi. Acaba diyorum,bazı şahısları çok mu büyütüyoruz gözümüzde?
İkincisi, Fatih Uraz’ın ismini vermeyip,bir Doğu şehri dediği vilayetimizde geçen hadise...(Kuvvetle muhtemel ki,o şehir Bingöl’dü.) Çok güldüm sondaki repliğe... Hani şu;”Fattik abi,seni çok sevdik. Onun için seni dövmeyeceğiz!..” cümlesinden oluşan,traji-komik cümleden bahsediyorum tabii ki...
Ve üçüncüsü...
Beni en fazla güldüren hatıra Fatih Uraz’a ait değil. Hatıra John Benjamin Toschack’a ait... Kitapta “Annen kapatmalıydı!” başlığıyla verilen hatıra hakikaten fıkra gibi.

******

Siz de futbolla alakadarsanız ve bugünlerde hem seksenli yıllara ait hatıralarınızı tazelemek hem de hoş bir vakit geçirmek istiyorsanız;Fatih Uraz’ın “Kaleciyi Vurun” isimli kitabını okuyunuz.
25.12.2005

Kitaptan-ermeni Meselesi ile ilgili kısm...Yunan isyanı ve onun başarıya ulaşması hristiyan milletler üzerinde çok kamçılayıcı bir etki yarattı. Zira bunlar eski milletler. Kiliseleri var,bir tarihleri var,kültürel kalıpları var. Yani öyle şuursuz milletler değil. Bunu teslim etmek lazım. Tabii Ermeni ne kadar uyumlu yaşasa da imparatorluğumuzun içinde, Ermeni olduğunu biliyor ve geniş kitlenin içinde değilse bile, bir kitlenin içinde Ermenistan,Ermenilik gibi bir şuur var. Yani Yunanlar kurdu ben de kurayım diyor.
Ne kadar enteresan değil mi? Ona “patırtı” deniyor. Patırtı,işte bildiğimiz patırtı. Mahalle kavgası gibi bir şey!.. Ancak daha sonra işler ciddileşiyor. Sultana tertiplenen ve başarısızlıkla neticelenen suikast Ermeni milliyetçiliğinin bariz bir göstergesi oluyor. Ermeni milliyetçiliği şu esasa dayanıyor. Biz bu topraklar üzerinde bağımsız olacağız. Peki nerede olacaksınız? Bu topraklar üzerinde çoğunluk değilsiniz. Mesela nüfus açısından en iddialı oldukları yerlerden biri de Kars aslında. Halbuki Ruslar Kars’ı işgal ettiklerinde Kars’a Kafkaslardan Ermeni getirip yerleştirdikleri halde, Ermeni nüfusu %20 civarında kalıyor. Çoğunluk Müslümanlardan oluşuyor.
Biz geri çekildikçe ilerleyen Rus ordularıyla birlikte Ermeniler de giriyor ve kurtarıcı olarak onlara hizmet arz ediyorlar. Katliam da yapıyorlar. Tabii bu bizde infial yaratıyor. Karşılıklı çatışmalar oluyor. Nihayetinde hükümet “Tehcir Kanunu” ile Ermeni halk daha güvenli bir yer olan Suriye’ye naklediliyor.
*******************
Avrupa’nın Almanya ve Fransa gibi iki büyük milletinin Yahudi katliamı konusunda çok pasif kaldıkları ve büyük çoğunlukla (tarihi kültür mirasları icabı) bu işi destekledikleri ortada. Yani Fransa Cezayir,Almanya Yahudi ,ABD de yerliler,zenciler vs. katliamlarını hafifletmek için kendilerine suç ortağı arıyorlar. Ayrıca ABD ve Avrupa’daki Ermeni diasporası bu işe çok emek harcıyor..."
İlber Hoca'nın objektifliğine sonuna dek inanıyorum bu nedenle Ermeni Meselesinde Türk Tezinin haklı olduğu kanaatini taşıoyrum. Kitaba gelince...TV programlarından müteşekkil olduğu için sohbet tadında, gayet hoş bir üslup var ortada. Ayrıca tarihimizin kilit noktalarındaki pek çok mevzu hakkında görüş belirtilmiş. Tarihe iligi duyan herkesin okuması gerken bir başucu kitabı yani...
25.12.2005

Evlenmek üzere olan çiftler evlilik alışverişi için çarşıya çıktıklarında buzdolabı,televizyon gibi eşyalarını dahi almadan bir mobilyacıya uğrayıp sayısı yüzleri bulan kitapları için bir kitaplık siparişi veriyorlar…
İnsanlar cüzdanlarında fotoğraf,cımbız vs. yerine şehir ya da okul kütüphanelerinin üyelik kartlarını taşıyorlar…
Millet olarak televizyon denilen tehlikeli aygıta değil de kitaplara gömülüyoruz…
Canlı yayınlanan radyo programındaki ödüllü yarışmada “iki yılda beşinci albümü “Anlımın (alnımın değil) Yazısı-Üzdün Beni Cevriye’yi” piyasaya süren Okşan Süfeha’yı değil de “Bu ülke,Mağaradakiler,Jurnal 1-2" gibi eserlerin sahibi olan merhum Cemil Meriç'i bir çırpıda biliyoruz…
Aman canım! Okuyalım ama kitaplar çok pahalı!” deyip akabinde bir CD'ye,bir kıyafete dünyanın parasını vermekten vazgeçmişiz ve kitap okumanın yalnızca satın alınarak gerçekleştirilen bir faaliyet olmayıp, kütüphane üyelikleriyle, arkadaşlar arasındaki takaslarla da mümkün olduğunu anlamışız…
“Kitap boş zamanlarda okunmaz! Kitaptan arda kalan zamanlarda diğer işler yapılır…” diyoruz.
İşte ozaman Cemil Meriç'in ruhu şad olacaktır! Selam olsun cümle kitap dostlarına...