Toplam yorum: 3.075.924
Bu ayki yorum: 2.800

E-Dergi

Ali Riza Malkoç

Ali Rıza Malkoç 1965 yılında Samsun’da doğdu. Türküler Bizi Söyler 1 (2004), Türküler Bizi Söyler 2 (2005), Duygular Dillensin Diye (2006) adlı hece şiir kitabını yayınladı. Yaşam Merdiveni adlı Toplum ve Düşünce serisinden ilk kitabı Temmuz 2018 tarihinde, Yaşam Donanımları adlı Toplum ve düşünce serisinden ikinci kitabı Ağustos 2018 tarihinde, En Güzele Yürümek adlı Toplum ve Düşünce serisinden üçüncü kitabı Şubat 2019 tarihinde Hukuk Aşkı adlı dördüncü kitabı Haziran 2019 tarihinde, Güzergâh Arayışı adlı beşinci kitabı Şubat 2020 tarihinde yayınlandı. Kitap İnceleme Yazıları adlı altıncı kitabı Mart 2020 tarihinde, Nostalji Harmanı adlı yedinci kitabı, Nisan 2020 tarihinde yayınlandı. Organize Toplum adlı sekizinci kitabı, Mayıs 2020 tarihinde yayınlandı. Anadolu Ortak Aşk Medeniyeti adlı kitabı, Eylül 2020 tarihinde yayınlandı.

Ali Rıza MALKOÇ Tarafından Yapılan Yorumlar

19.11.2020

Sosyal bilimleri ve fen bilimlerini incelemeden; insanı, evreni ve yaşamı anlamak, anlamlandırmak mümkün değildir.
Fen ve mühendislik bilimlerini en verimli ve pratik olarak tanıyabileceğiniz bir kitap.
Sosyal yönü kuvveti olup, fen bilimlerini ihmal edenlere de önerilir.
Üniversiteye hazırlanan öğrencilere;
hem sınavda hem de meslek seçiminde katkısı olur.
İyi okumalar.
Michel Foucault (1926-1984),58 yıl yaşamış bir Fransız düşünürü. Bu kitap, yazarın bizzat kendisinin kaleme aldığı bir anı ve özyaşamöyküsü (Otobiyografi) değil. David Macey adındaki bir akademisyen ve çevirmenin farklı kaynaklardan edindiği bilgileri
harmanlayıp düşünürün; doğumu, gençliği, yaşadığı zorlukları, eğitimi, politik tercihleri, çalışma hayatı, düşünce dünyası ve yazdığı kitapların geçmişi, hastalık ve ölüm yıllarını aktarmış bize.
Felsefe ve psikoloji eğitimi aldığından; yaşamı, akademik kariyeri ve düşünce ürünleri bu alanda şekillendi. Bu kitapta; kitaplarından alıntılar, temel fikir ve teorileri olmamakla birlikte, düşünce ve çalışma dünyasının arka planına ışık tutulmaktadır. Okuru, düşünürün kitaplarını okumaya yönlendirmektedir.
İsveç, Almanya, Tunus, Japonya’da akademik çalışmalar yapmış ve Psikiyatri kliniğinde görev yapmıştır. Bu süreçlerdeki deneyimleri, ona çok ilgi duyulan eserler kazandırmıştır.
Türkçeye de çevrilen kitaplarından en çok ilgi görenler; Deliliğin Tarihi, Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Arkeolojisi, Hapishanenin Doğuşu, Cinselliğin Tarihi, Bu Bir Pipo Değildir, Akıl Hastalığı başta olmak üzere elli civarında eseri vardır.
Akademisyenliğinin yanında; Fransız düşünür, sosyal teorisyen, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog ve toplumbilimci olarak da bilinen çok yönlü bir kişilik.
Tüm bu özel yaşamı, düşünce eserleri, akademik çalışmaları hakkında, bu kitapta detaylar ve ipuçları var. Felsefe ve psikoloji alanındaki eserlerinden önce bu kitabı okumanız, yazarı daha yakından tanıma şansı verecektir.
Ben henüz diğer kitaplarını okumadım. Yazarla, kimliğini daha önce duysam da yeni tanıştım sayılır. Sosyal medyadan irtibatım olan ve yazarın kitaplarını okuyan bir arkadaşıma sordum: “Michel Foucault’un biyografisini okuyorum. Siz daha önce eserlerini okudunuz. Düşünürü üç cümle ile tanımlamak isteseniz, neler söylerdiniz?”
Tebessüm ederek cevap olarak şu açıklamayı göndermişti:
“Foucoult’u birkaç cümle ile anlatmak çok zor. Bir Fransız düşünür ve teorisyen olarak, çağının çok çok ilerisinde düşünen, özellikle de iktidar/özne, otorite/toplum ilişkilerine dair çok önemli ve aydınlatıcı çıkarımlarda bulunan ve tüm bunlara karşı direniş tavrı sergileyen, düşünür olmanın da ötesinde, düşündüklerini pratikte eyleme de aktararak, bende derin tesir bırakıp kabul gören filozoftur”
Diğer kitaplarını okumasam da okuyandan kısa bilgi almak ve yazımıza eklemek, düşünürü daha iyi tanımaya katkı sağlamıştır umarım. İyi okumalar.

Hukuk felsefesi ve hukukun üstünlüğü konusunda farklı kitap ve makaleler okudum. Bu kitabın, konunun tarihsel sürecini de dikkate alarak, bütüncül ve akıcı bir anlatım içerdiğini belirtmeliyim. Yazar bir hukuk profesörü. Hukuk bilincini tarih, siyaset ve teorik anlatımlarla aktarmış eserine.
Hukuk felsefesi, elbette ki hukukun kendisi değildir. Fakat felsefeden, bilimden, mantıksal bir kurgudan kopmuş bir hukuk, adalet doğuramaz.
Kitapta doyurucu, sade ve hukuk birikimine katkı sağlayacak detaylı anlatımlar var. Ben ise yazımda, diğer kitaplardan kavradığım mantığı da ekleyecek, hukuk ve üstünlüğünden ne anladığımı/beklediğimi, kendi lisanımca anlatmaya çalışayım. Tanımlamayı ve anlatımı önemseyenler, zaten merak edip, kitabı okumak isteyeceklerdir.
İnanç, ideoloji, ekonomik vaat ambalajıyla sunulan hiçbir hukuk kuralı; evrensellik, genellik, adillik, eşitlik, doğallık, pozitiflik, kabul edilebilirlik değerleri içermez.
Hukukun üstünlüğünün ve bağlayıcılığının olmaması; adalet arayışı, yargı bağımsızlığı, demokrasi, adil yargılanma, bireysel hak ve özgürlüklerin de olmadığının işaretini verir.
Hukukun üstünlüğünün olmaması; dinde, siyasette, sivil yaşamda, kayıt dışı ekonomide “baronlaşmayı” tetikler. Hukukun üstünlüğünün olmadığı toplumlarda, keyfilik, otoriterlik ve şahsilik hükümran olur.
Politikacının buyruğu, eşittir hukuk diyemeyiz. Hukuk insanlığın ortak bilinci, birikimi ve mirasıyla şekillenir, gelişir, yönetimin yetki ve eylemlerinin sınırını belirler.
Mantık, bilim, etikle barışık olmayan bir yasa; hukukun üstünlüğüne hizmet edemez. Yasalar; açık, genel, eşit, kesin, denetlenebilir ve anayasaya uygun değilse, hukukun üstünlüğü tesis edilemez.
Hukukun üstünlüğü genel ilkesi; hukuk felsefesinden, toplumların ortak birikim mirası, evrensel ilkelerden, insan hak ve özgürlüklerinden, toplumsal ortak faydadan, bilimsel mantıktan, hukuki realizmden, yargı etiğinden beslenir.
Hukuk eğer; sadece siyasal iktidarın gücüne hizmet ediyor, her icraat, yetki ve tasarrufuna yasal dayanak üretiyor ve gücünü sınırlandırmıyorsa; bireysel hak, özerklik ve hürriyetler karşısında, hukukun üstünlüğünden bahsedilemez.
Yürütme organı eğer, evrensel ilkelere göre yürürlüğe girmiş anayasa, yasa ve yargı organlarını icraatlarını engelleyen “ayak bağı” olarak görmeye başlamışsa, üstünlerin hukuku, keyfi uygulamalara başlamış demektir.
Hukukun üstünlüğü tüm teori, ilke, yasa, karar ve icraatlara etik nitelik ve meşruiyet kazandırır.
Bu tür kitapları neden okumalıyız, bize nasıl bir katkı sağlayacak?
Görev ve sorumluluk bilinciyle, hak arama, savunma kültürü ve özgüvenimiz artmış olacak. Olay ve kavramlara bilimsel, sistematik ve metodolojik bir açıklama/tanımlama ile yaklaştığımızda kavgaya açık bir kapı bırakmayız. Öneri, tespit ve teorilerimizin zayıf ve kuvvetli yönlerini biliriz. Karşı tez sunulduğunda da bakış açımızı değiştirme, geri adım atma, eleştirilerle ufkumuzu daha da geliştirme onur, erdem ve nezaketini yakalamış oluruz. Bilimsel ortak hafızaya ve mirasa içerik katkısı sağlamış oluruz. Kitabı bu bağlamda okuyup gözlemlediğimizde, “hukukun üstünlüğü” gibi tüm insanlığı ilgilendiren evrensel bir ilkenin geçmişi, geleceği, güncel durumu hakkında kapsamlı bir bilgi edinmiş oluruz.
Demokrasi, erkler ayrılığı işliyorsa anlamlıdır. Demokrasi, çoğulculuk, hukuk güvenliği, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hissediliyorsa vardır. “Hele yargı organlarına politik yandaşlarımızı iyice yerleştirelim, ilerde daha bağımsız bir yargıya kavuşabiliriz” gibi sinsice bir yaklaşım zihniyeti; değerlerin ve ilkelerin itibarsızlaştırılması ve altının oyulmasından başka bir anlam ifade etmez.
Bu nedenledir ki, evrensel anlamda ve yerel uygulamada, hukukun üstünlüğü, yedeksiz, alternatifsiz, vazgeçilemez bir değerdir. Hukukun üstünlüğünü savunup koruyamazsak, hukuk da bizleri koruyamayacaktır.
Bir toplumda hâkim teminatı, hukuk güvenliği, yargı bağımsızlığı, erkler ayrılığı gibi temel değerleri oturtamazsanız, “hukukun üstünlüğü” de küser, çeker gider. Adalet; teorik, bilimsel, akademik ve siyasal söylemlere dayanak olmakla birlikte, hak eksenli bir yargı modeliyle dağıtılamıyorsa, hukukun üstünlüğünden söz edilemez.
Hukukun üstünlüğü; yargıda görev alanların, imtiyazlı, üstün, denetlenemez, sorgulanamaz anlamına gelmez. Hukukun üstünlüğü, saygınlığı ve bağlayıcılığının geçerli/inandırıcı/kalıcı olabilmesi için, zincirleme olarak bazı yasa, ilke, norm ve kuralların aynı anda, o toplumda aktif olarak geçerli olması gerekir. Bunlar: tam bağımsız, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti, açıklık, şeffaflık, insan haklarına saygılı, ehliyetli, liyakatli, yargı denetimine açık bir siyasi yönetim anlayışı, erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, temsilde adalet, hak ve özgürlük eksenli bir anayasa ve bunların türevleri, tüm yurttaşların özümseyip kabul ettiği, alternatifi ve yedeği olmayan değerler olarak, yaşamımızda yer almalıdır. Birbirine bağlı dişlilerden bir tanesinin çalışmaması, makinenin üretimini aksattığı gibi, saydığımız değerlerden birinin ihmal/ihlal edilmesi, hukukun üstünlüğünü devre dışı bırakabilir. Siyasi söylem ve vaatlerle gelişebilecek bir değer değildir hukukun üstünlüğü. Bilgi, deneyim, birikim, irade, mantık, istek ve toplumsal bir vicdanın oluştuğu bir ortamda yeşerebilir ancak.
Siyasi iktidarların her eylem ve beklentisini meşrulaştırmak için ısmarlama kanun çıkarmak, hukukun üstünlüğü ile çelişen bir uygulamadır. Hukuk, iktidarların etki ve yetki sınırlarını çizebiliyorsa üstündür. Milletin bireylerine güven sağlıyor ve özgürlük alanını genişletebiliyorsa üstündür.
Ve varsın birileri kendisini hukukun üstünde göremeye devam etsin. Biz hep adalet türküleri söylemekten ve hukukun üstünlüğünü savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

31.10.2020

Bu zorunlu inziva döneminde, düşünen/sorgulayan bir beynin, tefekkürle nakış nakış işlenmiş, ifade sanatı ürünü anlatımlar var.
Sayın yazarımıza bir anlamda Martin Luther ve Friedrich Nietzsche'nin
müslüman versiyonu diyebiliriz.
Bu kitabı okumakla; öncelikle literatür ve bilgi birikiminize katkı sağlayacaksınız. Mantıklı ve gerekçeli soru üretme, sorgulama yeteneğiniz gelişecektir. Din adına yapılan hataları da irdelediğinden, bu konuda ihtiyacı olanlara da rehber niteliğinde.
Geçmiş zamanlarda El Kindi, ibni Rüşt, ibni Sina, El Razi, Farabi, El Harezmi,...gibi bilim, düşünce ve felsefe üretenleri; inanç şablonumuzun dışında görüp cezalandırdığımızdan, tüm birikimler dışlanmış, akıl üçüncü plana itilmiş, kütüphaneler yakılmış, adeta akıl tutulması, mantık kırılması yaşanmıştır.
Ve batılı düşünürler bu alimlerin eserlerini tercüme ederek, daha da geliştirerek, aydınlanma hareketinin yol haritasını belirlemişlerdir.


Zulüm, küf, kin, kan, pas dolu bir dünyanın; içimizi ısıtan, yolumuzu aydınlatan, yaşantımıza umut aşılayan güzellikleri de var tabi ki. İşte bu romanı da onlardan birisi kabul edebiliriz. İnsan olma sorumluluğu ve duyarlılığını hatırlattı bana tekrardan. Nice bilimsel eser, anı, inceleme, roman okudum. Duygu yönü ağır basan, ifade yüklü eserlerden biri de bu oldu diyebilirim.
Sizlere kitap özeti ve alıntılar demeti sunmayacağım. Yakaladığım, yaşadığım atmosferi aktarmayı başarabilirsem, kitabı neden okumanız gerektiğine daha kolay karar verebileceksiniz.
Giriş kısmı sizleri yanıltmasın, kitabın dili, üslûbu çok akıcı, konular arasındaki bütünlük uyumlu.110 yıl önce İngilizce olarak yayınlanmış bu eser, çok geniş bir okur kitlesine hitap ediyor.
Romanı okurken, onlarca şarkı ve türkü sözleri geldi hatırıma. Şeker Portakalı romanının kahramanı Zezé’nin afacanlıklarını hatırladım. Doğal yaşamla ilgili okuduğum kitapların yansıttığı iç huzuru tekrar hissettim içimde.
Babam bu dünyadan göçtüğünde 42 yaşındaydı, ben ise daha 7. O dönemdeki duygularım, yalnızlığım, zorluklar, olumsuzluklar zihnimi şöyle bir yoklayıp geçti. Birçok ihtiyacımı; sırtımı dayayabileceğim bir baba olmadan karşılamak zor olsa da bu süreçte edindiğim deneyim, hep yanımda olmuştur.
Hiçbir canlı anasız-babasız büyümesin dilerim, bir kuş yavrusu bile olsa. Yetimhaneye sığınmak zorunda kalan, Anne isimli küçük bir kız çocuğunun yaşam öyküsü bu. Onun duygularını anlamaya, tartmaya çalışırken; kendi durumunuzu, nasıl bir yaşam modeli geliştirmek istediğinizi, daha mantıklı, daha derinlikli olarak idrak ediyorsunuz. Acıların insanı eğittiği ve olgunlaştırdığını, sorumluluk bilinci kazandırdığını, deneyimlerin arttığını, romanın kurgusundan gözlemleyebiliyorsunuz.
Empati yapabilmek, sosyal psikoloji gözlemlerine tanık olmak için muhteşem anlatımlar içeriyor roman. Görme yeteneği olmayanın, duyma ve hayal gücü, diğerlerine oranla daha yüksektir. Yoksulluk içerisinde yaşayanların da duygu, düşünce üretme, azim, cesaret ve hayal gücü, diğerlerine göre daha yüksektir. Var olanla mutlu olabilmek ve onu en makul düzeyde değerlendirmenin bir yolunu bulur o.
Ergen psikolojisi alanında da eğitici örnekler içerdiğinden, anne-babalar için sabır ve metodolojik bir bilinç sunacaktır.
Çaresizlik ve acizlik; alternatifsizlik sunuyor insana adeta. Hakkınızda ne karar veriliyorsa, onu kabullenmek zorunda kalıyorsunuz. Hayatın en acımasız/talihsiz/mantıksız yönlerinden birisi de budur.
İnsanlar doğar, yaşar ve ölür. Evet ölüm bir gerçek ve kabullenmemiz gereken bir kaderdir.
Fakat öldükten sonra geride kalan dul, yetim ve öksüzlerin sahipsiz kalması, mağdur olması, insani sorumluluk ve sosyal devlet anlayışı ölçeğinde sorgulanmalıdır.
İstenmeyen bir sonucu, hayra yönlendirebilecek sosyal donanıma/güce sahip olabilmeli insan. Olan güzellikler ve gelmeyen musibetler için, şükür atmosferinde yaşayabilmeliyiz ayrıca.
Roman kurgusu, bu türden duygusal kazanımlarımızı pekiştiriyor. Romanın ikliminde ıslanınca; küllenmiş, unutulmuş, ötelenmiş, yıpratılmış, yerine başka şeyler dayatılmış, yozlaştırılmış doğal duygularınızın yeniden canlılık kazandığını fark edeceksiniz. En azından var olan hislerinizi güçlendireceksiniz.
Gereksiz ve bilinçsiz bir şekilde kırılan bir cam şişe, ayağınıza batabilir. Romanda dışlanan, korumasız kalan, hor görülen bir kız çocuğunun, ezilmişliğine tepki olarak, zaman zaman saldırgan ve hırçın tavırlar sergilemesi, bize aslında yaşamın gerçeklerini öğretiyor.
İstediğini söyleyen, istemediğini işitir. Her tür haksızlığı yapıp, karşımızdakinden olgunluk beklemek, hadsizlik, densizlik olur. Bu arada olgunca yaklaşım, bilgece/anlayışlı tavır hakkı saklıdır, onun bileceği bir iş. Kullanır ya da kullanmaz, suçlayamayız. Kaldı ki yetim büyümekte olan bir çocuktan, yetişkin bir olgunluk beklemek hata olur.
Bu tür eğitici, öğretici, duygu dünyamızı zenginleştirici eserlerin sayısı da okuru da artmalıdır. Okuyan, okuduğunu anlayan, anladığını topluma aktarabilen bireylerle toplumsal olarak bilincimizi geliştireceğiz. İyi okumalar.