Toplam yorum: 3.075.624
Bu ayki yorum: 2.500

E-Dergi

Ali Riza Malkoç

Ali Rıza Malkoç 1965 yılında Samsun’da doğdu. Türküler Bizi Söyler 1 (2004), Türküler Bizi Söyler 2 (2005), Duygular Dillensin Diye (2006) adlı hece şiir kitabını yayınladı. Yaşam Merdiveni adlı Toplum ve Düşünce serisinden ilk kitabı Temmuz 2018 tarihinde, Yaşam Donanımları adlı Toplum ve düşünce serisinden ikinci kitabı Ağustos 2018 tarihinde, En Güzele Yürümek adlı Toplum ve Düşünce serisinden üçüncü kitabı Şubat 2019 tarihinde Hukuk Aşkı adlı dördüncü kitabı Haziran 2019 tarihinde, Güzergâh Arayışı adlı beşinci kitabı Şubat 2020 tarihinde yayınlandı. Kitap İnceleme Yazıları adlı altıncı kitabı Mart 2020 tarihinde, Nostalji Harmanı adlı yedinci kitabı, Nisan 2020 tarihinde yayınlandı. Organize Toplum adlı sekizinci kitabı, Mayıs 2020 tarihinde yayınlandı. Anadolu Ortak Aşk Medeniyeti adlı kitabı, Eylül 2020 tarihinde yayınlandı.

Ali Rıza MALKOÇ Tarafından Yapılan Yorumlar


“Neden İslam’ın Orta Çağı Yoktu?” haklı sorusu; İslam coğrafyasına ve İslam inancına gönül verenlere geçici bir özgüven ve tarihi gurur yaşatsa da devam eden süreçte, yeni bir çağa ayak uydurulamadığı, Orta Çağ’ı kapatıp, yeni bir çağı açan Fatih Sultan Mehmet döneminin devamında da her yönden kayıplara sürüklendiği ortadadır. Demek ki, bir devri “açmak” veya “kapatmakla” istenilen sonuç alınamıyormuş.

El Kindî, İbn Rüşd, İbn Haldun, Farabi, İbni Sina, Hârezmî vd. İslam düşünürleri; yaşadığı döneme, felsefe ve fen bilimleri alanında büyük katkılar sağlamış, eserleri diğer Avrupa dillerine de çevrilerek üniversitelerde okutulmuştur. Fakat düşünce ve çalışmaları; bazı din alimleri tarafından, dine aykırı/sakıncalı bulunarak, küfürle itham edilmişlerdir. Gözü kör edilen, canından olanların da olduğu bu devirde; büyük bir kırılma yaşanmış, bilim, düşünce, kültür ve sanat çalışmaları gerilemiştir. Yakılan orijinal kitapların ancak Avrupa’da yabancı dillerdeki nüshalarına ulaşılabilmiştir. Bu da gösteriyor ki; Avrupa Orta Çağı terk etmiş, bizler de gönüllü olarak kabul etmişiz. Aralarındaki din, mezhep, güç ve iktidar kavgaları, orta çağ zihniyetinin ürünüydü. Savaşarak, öldürerek, dışlayarak birbirlerini yenemeyeceklerinin farkına vardıklarında; sorunu Avrupa Birliği organizasyonuyla çözmüşlerdir. Devamında Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Savaş Suçları Mahkemesi ve BM teşkilatıyla; bilim, felsefe, demokrasi ve hukukun üstünlüğü; evrensellik, toplumsallık, resmiyet ve meşruiyet kazanmıştır.

İslam alemi, Orta Doğu ve bir kısım Asya ülkeleri; bu tür girişimleri gerçekleştirecek ortak bir bilince ulaşamadıklarından; adeta Orta Çağ’dan kalan düşünce mirasını bile paylaşmakta ayrışıyorlar. Bundan dolayıdır ki; slogan, kavram ve tarihi gerçekler; günümüze neyi taşıdığıyla anılır, anlam bulur.
Yaşantımıza, kazanımlarımıza, birikimimize, güvenlik ve refahımıza kattığıyla gözlemlenir ve tartılır. “Bizim İnancımızda Orta Çağ yoktu” gerçeğine sığınmak, bizi sorumluluk ve sosyal ödevlerimizden muaf tutmuyor. “Yoktuysa o zaman ne vardı, bugüne ne taşıdı” diye sorulduğunda, göğsümüzü gere gere cevap veremiyorsak, hatalıyız, ihmalkârız, kusurluyuz demektir.

İşte bu 162 sayfalık, 2. Baskısını yapmış olan kitap; Alman asıllı, Prof. Dr. Thomas Bauer tarafından yazılmıştır. Arap dili ve edebiyatı, İslam tarihi alanlarındaki akademik araştırmalarını sürdürmektedir. Kitabında bu konuları, derinlemesine irdelemiştir.

“Neden İslam’ın Orta Çağı Yoktu?” sorusunun cevabı olarak; kitabın 143. sayfasında, 7 neden şöyle açıklanmıştır. Genel olarak "Orta Çağ", özel olarak da "İslami Orta Çağ" terimlerinin kullanılmasından neden kaçınılması gerektiğine dair yedi neden belirtilmiştir: "İslami Orta Çağ" terimi: (1) belirsizdir, (2) hatalı çıkarımlara teşvik eder, (3) olumsuz çağrışımlarından sıyrılamaz ve bu nedenle sıklıkla karalayıcı olarak kullanılır, (4) İslam dünyasını egzotikleştirir, (5) ve aynı zamanda onu sömürerek tahakküm altına alır, (6) Nesnel bir temeli yoktur, çünkü Avrupa ve Ön Asya'da Geç Antik Çağ’daki dönüşüm süreçleri oldukça farklı ve çoğu zaman tutarsızdır, ve (7) çağların gerçek sınırlarını görmeyi engeller.

Bu anlatımların gerek ve gerçeklerini kitapta detaylı okuduktan sonra; yeni bir yol haritası çizmemiz, herkesin kabulleneceği bir melodi notası yazmamız kaçınılmazdır. Bu tür eserler; gözümüzün içine baka baka, bize çok önemli uyarılar yapıyor.

Okuyup, anlayanı, anlatanı, uygulayanı bol olsun diliyorum.



Farklı zamanlarda okuduğum, meal, tefsir ve makaleleri zihnimden geçirdiğimde; en metodik, sistematik anlatımı bu eserde bulduğumu söyleyebilirim. Yılların emeği, gözlemi, birikimi buluşmuş bize hakikat dünyasından damlalar sunuyor. Eser fiziki olarak, baskı, cilt, sayfa tasarımı, en ideal düzeyde.

Sunuş yazısında ise bizi şu anlamlı cümle karşılıyor: “Dünyada en çok okunan kitap, elbette Kur’an’dır fakat en az anlaşılan ve düşünülen kitap da maalesef yine Kur’an’dır.” Belki de bu sebepten dolayı Rahmetli Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç: “Müslümanlar Kur’an’ın hayata nasıl uygulanacağı sorusundan kaçmak için Kur’an’ın nasıl okunması gerektiği konusunda geniş bir ilim ürettiler.” diye yakınıyordu.

“Kur’an’ın iniş sebebi, insanı inşa etmektir. Kur’an okumak ve üzerinde düşünmek, aslında Allah ile irtibata geçmektir.”

Önsöz yazısının başında ise, Mehmet Akif Ersoy’un, Safahat’taki uyarısıyla karşılaşıyoruz:

“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa hiç maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
Lâfzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kur'ân'ın:
Çünkü kaydın da değil, hiçbirimiz mâ'nanın.
Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına;
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'ân şunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”

Tüm bu vurgu, ihtar, hatırlatma ve açıklamaların amacı; bizi Kur’an’ın, hitap ettiği insan ve çevresine nasıl yansıması gerektiğidir. Öncelikle akıl, mantık ve muhakeme yetisi gerektiğinden, bilgiden önce insanda olması gereken donanım budur. Okuyacağınız eserde, yaşamını bu kutsal hakikatlere adamış akademisyen ve yazarın, anlama ve anlam arayışımıza, özverili katkılarını hissedeceksiniz.

Bu eser ve okuduğum benzer çalışmalardan anladığım şudur ki, Kur’an-ı Kerim’in insana mesajı, özet olarak:
-Yaratanı tanımayı, mesajına ve elçisine uymayı, “adaletli, dosdoğru, dürüst, merhametli, bağışlayıcı, saygılı, ölçülü, bilgili, paylaşımcı, sorgulamacı ve sorgulanmaya açık olmayı, istişareyi, şükreden, üreten, sabreden, düşünceli, mücadeleci, barışçı, ahlaklı, insaflı, sevecen, mütevazı, farklılıklara eşit mesafeli, güvenilir, cemiyetçi, ümitli, fani, beklentisiz, vicdanlı, alçak gönüllü, edepli, helalinden beslenen, ibadetle meşgul, gıybet etmeyen, zulme boyun eğmeyen, haddi aşmayan” bir şahsiyet olmayı, öğütlüyor, öneriyor, emrediyor… Tercihi ise insanlara bırakıyor, mükafat ve cezayı da açıkça vurguluyor. Bunları anlayıp yaşamak, yaşatmak için de, derin alim, hoca, şeyh, efendi, bilim adamı olmak gerekmediği de anlaşılıyor.

Akıl, vicdan, tefekkür, sorgulama, mukayese yeteneği olan her insan bu mesajları, rahatlıkla anlayıp rehber edinebilir. İhtilaflı konular zaten güzel ahlakın gündemi değil. Gerektiğinde kaynaklara ve bilirkişilere danışabiliriz. Yürüdüğümüz yolun, girdiğimiz kapının, beklediğimiz durağın, gönlümüzdeki grafiğin ana ilkelerle ne kadar bütünleştiğini mukayese etmekte fayda var.

Bu ahlak ve anlayış üzerine yaşam kurgusunu şekillendirmiş olana kim nasıl ve ne kadar zarar verebilir ki? Suları ıslatabilir misiniz? Yananı bir daha yakabilir misiniz? Özgürlüğü bir kavanoza hapsedebilir misiniz? Kar yağmış dağları, tekrar dondurabilir misiniz?

Dünyalık yolculuğunda, tekamülden kemalâta erişmiş insan, geri dönüp de günah ve sevap defterini incelemeye ihtiyaç duymaz.

Konu Kur'an Ahlakı olunca, pekiştirmek için, bazı ayet meallerini sıralayarak, bu açıklamamızı daha belirgin hale getirelim.
"İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır." (Necm, 53/39)
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? " Kesinlikle yalnızca temiz akıl sahipleri öğüt alırlar." (Zümer, 39/9)
"Haksızlık edenlere eğilim göstermeyin; ateş size de dokunur. Allah'ın peşi sıra dostlarınız (da) olmaz. Sonra size yardım da edilmez." (Hud, 11/113)
"(Kişiler) kendilerindekini değiştirinceye kadar Allah hiçbir toplumu değiştirmez." (Rad, 13/11)

Devamında diğer ayetlerin duygu ve düşüncelerimizi yenileme ve geliştirmesini arzu ediyorsak, özel bir vakit ayırıp 604 sayfalık kitabı, günde 20 sayfa okusak, 30 günde tamamlarız.

İyi okumalar...




Orhan Pamuk’tan “Kar” adlı romanı okumayı planlamıştım. Fakat kısmette “Veba Geceleri” varmış.

Roman dili ile anlatım, edebi kurgu, her okurun ilgisini çekmeyebilir. Ayrıca roman okurları da çok seçicidir. Polisiye romanların dışına çıkmayanlar olduğu gibi, yalnızca tarihi roman okuyanları da var, her bulduğunu okuyanı da. Roman diliyle bilgi ve bilinç aktarımını elbette önemsiyorum. Fakat devamında diğer alanlara da yönelmeyi öneriyorum.

Ayrıca; tarihi gerçekleri edebiyata boğdurmamalı, bilgi kargaşası ile zihinleri yormamalı, ağdalı cümlelerle de anlam bütünlüğünü bozmamak gerekiyor. Yazar, giriş yazısında kitabını şöyle tanımlamaktadır: “Bu hem bir tarihi roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir.” 19. yüzyılda, Osmanlı döneminde, 29. Vilayeti olan Minger Adasında veba salgını yayılınca, dönemin yöneticileri ve halkı tarafından sürdürülen mücadeleyi konu edinmektedir. Minger Adasının da Arkaz şehrine bağlı, kurgusal bir coğrafya olduğunu belirtelim. Yerel bir tarihi olayın, 544 sayfalık, 79 bölümlük bir romanla anlatımını, çok fazla uzun bulsam da, tarihsel bilgiler ve detaylı betimlemeler; sayfalara çekicilik kattığından, akıcı cümleler sayfa sayısını unutturuyor. Anlatım ve bilgiler arasında mantıksal bağ kurmak için; çok dikkat ve iyi bir mantık donanımı gerekiyor. Anlaşılırlığı artırmak için kitabın girişine; yer adları ve roman kahramanlarıyla ilgili bir açıklama, kelime sözlüğü eklenebilirdi.

Romandaki tarihsel aktarımlar; II. Abdülhamid'in yeğeni Pakize Sultan'ın torunu Mina Mingerli'nin Hatice Sultan'a yazmış olduğu 113 adet mektubun içeriğinden alınmış. Yazar, eserini 35-40 yıl düşünüp, 5 yılda tamamlanmış bir roman olduğunu belirtiyor.
Siyasi, etnik, bölgesel sorunların da işlendiği romanda, komşu ülkelerle olan sürtüşmelerin arka planı da anlatılmaktadır. José Saramago’nun “Körlük” adlı romanıyla, vurgu ve kavrayış olarak benzerlikler bulunmaktadır. Günümüz Coronavirüs salgını açısından da sosyolojik veriler açısından benzeşmektedir.

Son olarak şunu belirteyim: Uzun ve anlaşılması zor bir roman. Yazardan okuyacağınız ilk kitap bu olursa, yanlış ve noksan bir izlenim edinebilirsiniz.

İyi okumalar.
22.11.2021

Tahsin Bulut Bey dostum; "keşke siyaset arenasındaki herkes, onun kadar kitap okusa, okuduğunu doğru anlasa, anladığını da toplumla en verimli şekilde buluştursa" diyebileceğim nadir şahsiyetler arasındadır.
Yoğun ve yorucu diş hekimliği meslek icrasından kalan zamanlarını sadece okumaya değil, yazmaya da adamış bir toplum gönüllüsüdür o.
En son kitabının adı: "Nereden Nereye?!" ..
Baskı öncesinde okuyup, tespitlerimi ilettiğim bir eser.
Sağolsunlar, imzalayıp bana da göndermişler. İktidar veya muhalafet yanlısı bir gözlük takınarak değil, herkesin ders çıkarıp, dikkate alması gereken gözlem ve çözüm yollarını gösteren bir bakış açısı ile yansıtıyor görüş ve önerilerini.
Batan bir geminin mallarını pazarlayan ya da ondan bir medet uman bir zihniyetten çok uzak bir dille yazılmış kitaptan; toplumda, yöneten veya
yönetilen konumunda olan herkesin faydalanacağını umuyorum.
Verimli okumalar.
Samsun, 22.11.2021
Ali Rıza Malkoç