Toplam yorum: 3.077.321
Bu ayki yorum: 4.200

E-Dergi

İzzet Eroğlu

1980'de doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Aynı Üniversitede doktora çalışmasına devam etmektedir. Anayasa hukuku ve özellikle parlamento hukuku ve insan hakları alanında çeşitli makeleleri ve "İnsan Haklarının Parlamenter Denetimi" adlı bir kitabı bulunmaktadır. Biri (Suistimalci Anayasacılık) bağımsız, diğeri (Otoriter Anayasacılık) birlikte olmak üzere iki eseri TÜrkçeye tercüme etmiştir. Hukuk-edebiyat ilişkisi, tarihî romanlar ve hukuk tarihini edebi eserler üzerinden okumak gibi okumaya dair ilgili alanları bulunmaktadır.

İzzet Eroğlu Tarafından Yapılan Yorumlar

Yüzyıllardır yan yana iki komşu ülke olmamıza rağmen İran’ı genel olarak pek bildiğimiz söylenemez. Eser bu anlamda önemli bir boşluğu doldurarak İran’ın siyasi tarihini önemli bir kısmını (1700-1925) ele almaktadır. Eserde; başlangıçtan 1700’e kadar İran tarihi özet bir şekilde ele alındıktan sonra konuya girilerek sırasıyla Safevi Devleti’nin yıkılışı, İran’daki Afgan hâkimiyeti, Afşar hâkimiyeti ve bu dönemdeki Nadir Şah’ın siyasi faaliyetleri, Zend ve ardından Kaçar hâkimiyeti ve son olarak Kaçar hâkimiyetinin sona ermesi ve askerî diktatörlüğün kurulması ele alınmıştır. İran tarihi incelenen dönemde İran’ın İngiltere ve Rusya ile ilişkileri ağırlıklıdır. İran’ın Osmanlı Devleti ile ilişkileri de eserde ele alınmaktaysa da bu ilişkilerin niteliği ve niceliği İran’ın İngiltere ve Rusya ile ilişkilerine nazaran cılız kalmaktadır. Kaldı ki İran ve Osmanlı ilişkilerinde de İngiltere ve Rusya’nın müdahaleleri ve etkisi fazladır. Osmanlı’nın Batı’daki fetih hareketlerinde İran’ın Osmanlı’yı arkadan vurduğu klişesi, sadece İran için geçerli değildir. Osmanlı da bazı zamanlarda aynı davranışı sergilemiştir.

Eser, İran’ın siyasi tarihi üzerine geniş bir kaynak yelpazesine dayanılarak hazırlanmıştır. Bununla birlikte özgün çıkarsamaların olmasının gerekliliği kendini hissettirmektedir. Ağırlıklı olarak siyasi olaylar tarihsel olarak aktarılmıştır. Örneğin Rıza Pehlevi’nin İngiltere tarafından iktidara getirilmesinde Zerdüştlük konusuna değinilmekle birlikte İran kültüründe Zerdüştlük ele alınarak konu daha çarpıcı bir şekilde ortaya konulabilir. Modern tarih anlayışı olayların tarihi olarak aktarılmasından ziyade sosyal ve kültürel verilerle daha zengin bir tarihin ortaya konmasını hedeflemektedir. Esasında siyasi tarih bakımından da siyasi olayların ağırlığı sadece tarihin hâkimiyet mücadelesi olarak algılanmasına ve insan unsurunun ihmaline sebebiyet vermektedir. Konunun siyasi yönü bile daha renkli, örneğin haritalar kullanılarak anlatılabilir. Bu nedenle eserde maalesef doktora tezlerindeki sıkıcılık zaman zaman hissedilmekte. Kanımca eserin boyutunu genişletme pahasına İran’ın sosyal ve kültürel yapısına değinilerek daha zengin ve akıcı bir İran tarihi ortaya konulabilir.

Eserde “Sonuç/Değerlendirme” kısmının olmaması bir başka dikkat çeken bir konu. Sonraki baskılarda bunun giderilmesi önemli. Bunlara ilaveten Türkiye’de bilindiği adıyla Cemaleddin Afgani’nin ele alınması önemli bir katkı olmakla birlikte, mezkûr şahsın Türkiye’de maruf ismi yerine İran’da bilinen ismi olan “Cemaleddin Esedabadi” isminin yaygın olarak kullanılması gözden geçirilmeli.

Ele alınan dönem, sömürgeciliğin dünyada yerleştiği dönem olduğundan sömürgeciliği İran tarihi üzerinden okumak çok önemli bir katkıdır. Başta petrol olmak üzere doğal kaynaklar üzerinden kızışan siyasi rekabet, İran’ı siyasal güçlerin mücadele alanı hâline getirmiştir. Kifayetsiz yöneticiler, yönetimin keyfiliği ve zulmü, cehalet, tefrika, yoksulluk ve israf Doğu toplumlarının çoğunda olduğu gibi İran’da da karşılaşılan sorunlardır. Yüzyıllar geçse de sorunlar ve bu sorunları Batılı güçlerin kendi menfaatleri çerçevesinde rahat bir şekilde kullanması değişmeyen olgulardır. Eser bu açıdan sömürü düzeni ve İran üzerinde çevrilen oyunları açık bir şekilde ortaya koyduğundan okunmayı hak etmektedir.
06.08.2022

Eserde Osmanlı’nın Mısır’ının 18. yüzyılı, yönetim aracı olan hane çerçevesinde ele alınmıştır. Hane politikasının siyasi sosyal ve ekonomik temelleri detaylı bir şekilde incelenmiştir. Ege’deki Kazdağlarından Mısır’a giden ve Mısır yönetiminde etkili olan Kazdağlıların akademik incelemesi niteliğindeki eser münhasıran Mısır’ın 18. yüzyılını akademik olarak inceleyenlere hitap etmekte olup genel kültür kitabı olarak okunacak nitelikte değildir.
10.06.2022

İngiltere’nin Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğa nasıl dönüştüğünün anlaşılması bakımından Sanayi Devrimi öncesi süreci anlatan kıymetli bir eser. Burjuvazi ağırlıklı ve düzenli toplanmayan Avam Kamarasının parlamentonun üstünlüğünün hâkim olduğu bir sisteme dönüşmesi sadece kronolojik olarak değil; sosyal, ekonomik ve diğer yönlerden ele alınmıştır. 1645-1660 ara döneminde ilan edilen Cumhuriyet rejiminin yönetimi sistemine kalıcı etkileri, mülkiyet ve ekonomik ilişkiler üzerinde sistemin dönüşümü ve gelişimi, bütçe hakkının yerleşmesi, din – devlet ilişkileri bağlamında kilisenin etkisinin azalarak laik bir sisteme doğru yöneliş ve diğer konular tatminkâr bir şekilde işlenmiştir.
Eser, Türkiye’nin -“Bu Ülke”nin- 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma serüvenini tüm çıplaklığı ve çarpıklığı ile ele almakta; ayrıca sürece göz ardı edilemeyecek eleştiriler yöneltmektedir. Eserin kıymetini anlayabilmek için Cemil Meriç’in münekkit yönüne ışık tutmak gerekmektedir. Meriç’e göre eleştiride hakikat tüm çıplaklığı ile ortaya konulmalıdır. Bu noktada Dücane Cündioğlu’nun Cemil Meriç’in eleştiri anlayışı bağlamında yaptığı benzetmeyi hatırlatmadan geçemeyeceğim: “İnsandan bahsedeceğiz, Platon’un insanından. Ama Diyojen gibi. Bilirsiniz tabii, Platon ‘İnsan iki ayak üstünde duran tüysüz bir hayvandır.’ demiş. Diyojen hindiyi bağırta bağırta yolduktan sonra Atina meydanlarında ‘İşte Platon’un insanı!’ diye halka teşhir etmiş.” (Dücane Cündioğlu, Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç, Etkileşim Yayınları, 2007, İstanbul, s. 68)

İşte Cemil Meriç de Diyojen gibi Batılılaşma serüvenimizin tüm gerçekliğini çelişki ve farklı değerlendirmeleriyle ortaya koymuştur. Bir bakıma eser Batılılaşma serüvenimizin muhasebesi niteliğindedir. Yazar adeta “İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır” hassasiyetiyle konuya yaklaşmıştır. Tabii ki Batılılaşma meselesi bugün bile herkesin üzerinde görüş birliğinde olduğu bir husus değildir. Serdedilen düşüncelere katılmasak da bunları görmemezlikten gelemeyiz. Esasında münekkidin işlevi de bu noktada tebarüz etmektedir: Konulara farklı açılardan bakabilmek, bunları değerlendirebilmek ve terkibe, senteze varabilmek. Cemil Meriç bunu orijinal üslubuyla bihakkın yerine getirmiştir. Ancak eserde Cemil Meriç, oğlu Mahmut Ali Meriç’in deyimiyle “yalnız”, “tedirgin” ve “küstah” şekillerde karşımıza çıkabilmektedir. Yazılanların hakikat boyutu inkâr edilememekle birlikte dehalara özgü farklı hususiyetlerin olduğunu unutmamak gerekir.

Meriç, ülke gündemini yıllardır ve hâlâ meşgul eden konulardaki mitleri, algıları keskin üslubu ile kırabilmiş ve konunun nasıl ele alınması gerektiğiyle ilgili sağlıklı, sorgulamalara açık fikirlerini eserde belirtmiştir.

Cemil Meriç’in kendine has keskin ve akıcı üslubu dikkat çekicidir. Anlamak ve metne nüfuz edebilmek için kavramların bilinmesi, konuya tam odaklanılması ve bunun için temel kavramların, sosyokültürel yapının bilinmesi gerekir. Bu bağlamda Cemil Meriç’in entelektüel biyografisine ve eserin sonunda kavram ve kişiler lügatine yer verilmesi son derece isabetli olmuştur. Bunlara ilaveten eserin bir roman gibi değil, sindire sindire okunması gerektiğinin altını çizmeliyiz.

Eser, Doğu ve Batı düşüncesinin temel eserlerini değerlendirerek okurları son derece zengin bir okuma dünyasına sevk etmektedir.

Eser; “Bu Ülke”yi -Türkiye’yi- tanımak, kendini ve doğru olarak sunulan verileri, düşünceleri sorgulamak isteyen herkesin okuması ve faydalanması gereken bir yapıttır. Cemil Meriç, Doğu ve Batı düşüncesine hâkimiyetiyle özgün terkip ve değerlendirmelere ulaşması bakımından okunmayı fazlasıyla hak etmektedir.
13.03.2022

Eserde kelimelerin Türkçeleştirilmesi bağlamında yazarın hukuk alanında karşılaştığı kelimelerle ilgili gözlemleri, öz Türkçe karşılığı bulunan kelimenin anlamı karşılayıp karşılamadığı ve benzeri konular çeşitli bakış açılarıyla ele alınmıştır. Yanlış ve anlamı karşılamayan kelimelerin benimsenmesi nedeniyle yazar konuya eleştirel yaklaşsa da Türkçeleştirme sürecinin kaçınılmaz olduğunun farkında. Ayrıca benimsenen kelimelerin benimsenme nedenleri irdelenmiştir. Konuyla ilgili öz Türkçe kelimelerin benimsenme sürecini çok yönlü ele alan eser, konu hakkındaki eserlerin sayısı az ve yetersiz olduğundan özellikle anayasa hukuku ve idare hukukunda kullanılan bazı kelimelerin irdelenmesi bakımından okunmaya değer. Yazarın Türkçede ünlü uyumuyla ilgili değerlendirmesi son derece ilgi çekicidir. Konuya ilgili duyanların severek okuyacağı bir eser.