Kitabı okuyunca Nabizade Nazım’ın çok genç yaşında irtihal etmesine üzülüyor insan. Çünkü yazdığı bu klasik o kadar içine çekiyor ki insanı. Kişi, kitabı okuduktan sonra bu hikayenin kesin olarak yaşandığı hezeyanına kapılıyor.
Kitap her ne kadar Zehra’nın intikamı üzerine kurulu olsa da, benim şahsi kanaatim, Zehra’nın “kıskançlık kaynağının”, “sevgisinin gücü” ile müsavi olduğudur. Sırrı Cemal de samimiyet yönünden Zehra’dan aşağı kalmıyor. Ama Uranic’den fazla bir şey beklemek yersiz, o sadece nefsinin emrettiğini yapıyor. Suphi’ye gelince her sayfanın sonunda ondan soğuyorsunuz. “Kadir kıymet bilmezliğin, nefsinin bu derece esiri olmanın” bedelini çok ağır bir şekilde ödemesine rağmen, Suphi acınmayı gerçekten hak etmiyor.
Hakiki acıyı yaşayan ise elbette Zehra; sevginin ne olduğunu gençliğinde tanımlayamayan bu körpenin, aldatılmanın verdiği nefret ile intikam planını uygulamaya geçirmesi, kitabın tümüne şamil. Zamanın bu kısa tarihinde, insan kendi kendine sormadan edemiyor, Nabizade Nazım’ın kurduğu bu senaryoda, başrol oynayan ve Maşuk’unu ölesiye sevecek Zehra gibi bir realite bu dünyada var mıydı ya da hala kaldı mı?