Toplam yorum: 3.077.625
Bu ayki yorum: 4.503

E-Dergi

KY-61994 Tarafından Yapılan Yorumlar

04.05.2004

Kaya... Bir taş parçası insana neyi ne kadar anlatabilir? Öyle bir kaya düşünün ki, ilk insandan bu yana var olsun... Dili olmasa da çok şey anlatsın... Menkıbeler ve efsanelerle örülü olsun... Uğruna savaşlar yapılsın ve hâlâ tüm insanlığa anlatacak hikayesi olsun, tüm yaşanmışlıklara rağmen gizemi korunsun... “Kaya işte” denilecek cinsten değil. O kaya ki, Hz. Adem’i sarıp sarmalayarak yeryüzüne okşarcasına indiren, Hz. İbrahim’ in tüm insani zaaflarını, benliğini ve ‘can’ını yani oğlunu asıl sevgilisine kurban etmek isterken nasıl neden sorularının dile hiç dolanmadığı o anın ve Hz. Muhammed’in Mirac’ a çıkışının şahidi...

Kudüs ve orada bulunan Muallak Taşı her zaman anlatılagelir. Kaya, tüm Museviler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar için farklı nedenlerle kutsal sayılır. Az çok hepimiz biliriz Hacerü’l Esved’ in kardeşi Muallak Taşı’nın hikayesini...

Kenan Makiya bu hikayeyi gerçek insan ve olayları temel alarak tekrar oluşturmuş. Hikaye Hz. Ömer’ in 7. yüzyılda Kudüs’ü, Kitab—ı Mukaddes’ te geçen adıyla Yeruşalim’ i almasından, Kubbetü’s Sahra’nın yapılışına kadar olan zaman dilimini anlatıyor. Kitap sıradan ya da bildik olaylar zincirinden farklı. Gerçek temel alınmış ama kurgulanmasıyla birlikte olaylar çok daha zevkli, okunası, merak uyandırıcı hale bürünmüş. Kitabın anlattığı konu düşünülecek olursa tamamen tarihi romanlardan farklı olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Hikaye geniş bir tarihi, kültürü ve üç din için de önemli kişilerin hayatlarını kapsıyor. Sadece Kudüs’ten bahsedilmiyor o dönemdeki Mekke, Medine ve Suriye’nin kültürleri, yaşam tarzları, toplu göçler, dört halife dönemi, yapılan savaşlar, barışlar, antlaşmalar vs. hakkında da bilgi sahibi oluyorsunuz. Aynı zaman diliminde farklı dinden, kültürden insanların Kubbetü’s Sahra’nın inşasına bakış açısını görüyorsunuz. Kitap geniş bir konu ve zamanı anlatmasına rağmen sayıca az kişiye yer veriyor. Bu da hikayenin zihinde oturmasını kolaylaştırıyor. Üç din ve bu dinlere ait kültürler kitaba çok ideal ve eşit oranda serpiştirilmiş. Tevrat, İncil ve Kur’an—ı Kerim’den alınan bölümlerle hikaye desteklenmiş. Ara ara ayetler ışığında olayları anlıyor olmak da farklı bir duygu veriyor. Kitapta pek çok olay Müslüman olduğunda Yakup ismini alan Yahudi asıllı Ka’b El—Ahbar’ın dilinden anlatılıyor. Ka’b bilge bir kişidir; anlattıkları yaşanmışlığı ve inanmışlığı yansıtıyor. Yazar, Kubbet’üs Sahra’nın inşası aşamasında mimarı İshak’ın ilk olarak hayalinde yapmaya başladığı mescidin tüm gelişimini küçük çizimlerle okuyucu ile de paylaşıp son haline tanık ediyor.
01.05.2004

Eser yazarın www.herkul.org adresinde yayınladığı makalelerin derlenmesi ile oluşturulmuş.
Günümüze ait aydınlatıcı ve din'i bugünkü hayatımıza uyarlamamıza yarayan ayrıca insanlar arası kardeşlik ve sevgi mesajı veren bir eser.
01.05.2004

Kuran'dan sonra islamiyetin en önemli kaynağı olan sünneti ve bu kaynağa karşı yapılan yalanlamalara ve kafa karıştırıcı sorulara net cevaplar veriyor.
Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
01.05.2004

Harun Yahyanın zamanın aslında olmadığını ve zamansızlık kavramını anlattığı bir kitap. Yazar zaman kavramının aslında beynimizdeki bir algı olduğundan bahsediyor.
Özel ilginiz varsa okumanız faydalı olur.
27.04.2004

Anadolu, insanlık tarihinin en eski mirasının ev sahibi. Neredeyse yüzyıldır —zaman zaman kesilse de— süregelen kazı çalışmalarıyla yer altında var olduğu bilinen kalıntıların ancak bir kısmı açığa çıkartılabildi; çıkartılanların bir kısmı da Batı’nın büyük şehirlerinin önemli müzelerini süslüyor bugün. Son yıllardaki gayretleri saymazsak tam da neyin üzerinde durduğumuzun farkında olduğumuzu, bunun gereğini yaptığımızı söyleyemeyiz. Dolayısıyla tarihi zenginliklerimizin hangi kültürel unsura ait olduğuna bakılmaksızın aynı hassasiyetle sahiplenilmesi gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. ‘Kazı’ sözcüğünün ifade ettiği faaliyetlerle toprak altında kalmış tarihsel varlıkların ortaya çıkartılması sadece antik Yunan, Hititler gibi çok eskileri kapsamıyor artık. Selçuklular hatta Osmanlı döneminde yapılmış eserlere yönelik birçok kazı faaliyeti var. Dolayısıyla son yıllarda çıkan örnekleriyle birlikte kazılar, sadece milattan öncesine uzanan, Antik Yunan, Hitit vs. medeniyetlerini ortaya çıkartan bir arkeolojik gayret olarak algılanmıyor.

Rüchan Arık’ın Konya’da halen sürdürdüğü Kubad Abad, Türk Bilim Tarihi Kurulu’nun Edirne’de devam ettirdiği ‘Dökümhane’ kazı çalışmaları bu meyanda anılabilir. Oluş Arık, Hasankeyf’te uzunca bir süredir sürdürdüğü, medyaya da ‘ödenek’ problemleriyle yansıyan kazı—restorasyon çalışmasını güzel bir eserle taçlandırdı. “Üç Dünyanın Buluştuğu Kent” alt başlığı ile yayınlanan kitabı önemli kılan diğer bir öğe, Ali Konyalı’nın usta işi fotoğrafları. Rüchan Arık ve Oluş Arık hayat arkadaşları; ikisi de Selçuklu dönemi üzerinde çalışıyor ve Selçuklu’nun tekrar hatırlatılışına ön ayak olan aile. Hasankeyf’e defalarca gidip gelenler bile kitabın sunduğu zenginliğe şaşıracak. Hasankeyf’in tarihçesinden mahallelerine, oradan tek tek eserlerin hikayesine kadar sanat tarihi bakış açısıyla sunulan eserde pür akademik dil tutturmaktan özellikle kaçınılmış, ortalama bir aydın tarafından kolaylıkla okunsun istenmiş. Yazar kitabı “on sekiz yıllık ara rapor” şeklinde niteliyor. Sitin tarihi, karşılaştığı güncel sorunlar; saptanabilen anıtlar, tarihi kent dokusu ve alt—yapı özellikleri, yapılması gerekenler ve yapılabilenler...

Hasankeyf sadece taş mimarinin eşsiz örneklerini görmek için bile gitmeye değecek bir yer. Dicle’nin sakin ve duru manzarasına karşı kurulmuş bir film platosu hissi veren, yeni yapıdan azade bütünlüğünü görmek, belki biraz da okumak lazım.