Toplam yorum: 3.075.924
Bu ayki yorum: 2.800

E-Dergi

Onur Şenel

Akademisyen ve müzisyenim. Farklı türlerde okurum. Müzikoloji, soyoloji-antropoloji, felsefe, bilim tarihi gibi konulara ilgi duyarım. Bilimkurgu, gerilim ve gizem edebiyatı düşkünüyüm. Özellikle 2. dünya savaşı olmak üzere savaş tarihi ve strateji meraklısıyım. Kitap konusunda seçici olunması gerektiğini düşünürüm. Bu yüzden eleştiri ve incelemelere önem veririm ve okuduğum kitapları tanıtmaya çalışırım.

onur şenel Tarafından Yapılan Yorumlar

Kitap, Edgar Allan Poe’nun sefalet ve mücadele içinde geçen yaşamı ve edebiyatçı kimliğini yaratma uğruna verdiği büyük çabayı birlikte işliyor. Arkadaşları ve sevgilileri ile karmaşık ilişkileri, alkol sorunu, eşinin hastalığı ve ailevi kökeni gibi yaşamına dair olaylar ile eserlerini yazdığı sıradaki durumu, öykülerinin açık ya da örtük anlamları, dışa vurdukları, tarz arayışları, edebiyatın doğası hakkındaki düşünceleri, okur ve editörlerden aldığı tepkiler, eserlerinin konuları ve yüzeysel teknik analizi eş zamanlı olarak ele alınıyor. Ağırlıklı olarak Poe’nun ıstırap dolu yaşamı ve insan ilişkilerinde yaşadığı güçlükleri görüyoruz. Edebiyat sevgisi uğruna türlü fedakârlıklar yapan Poe, karşılığında yarı aç yarı tok fakir bir yaşam, hor görülme ve dışlanma ile karşılaşıyor. Zekâsı ve yeteneği ile dikkat çekse de fakirliği ile elitlerin kendisine yönelik küçümseyen bakışlarının hedefi oluyor. Uslanmaz sivri dili ve eleştirilerinde politik davranmamakta direnişi iş fırsatlarına ulaşmasını ve övgü almasını güçleştiriyor. Alkole olan bağımlılığı ve bu yüzden kendini kaybetmesi de çekilmez görünen hayatını iyice cehenneme çevirip yakın çevresi için de zor bir yaşam yaratıyor. Bu yönüyle kitap baştan sona büyük bir adamın dramı olarak kabul edilebilir. Böylesine bir dehanın maddi imkânsızlık, şüphe, üzüntü, çekişme ve kavgayla geçen kısacık ömrü okurun ağzında acı bir tat bırakacak nitelikte. Öte yandan her şeye rağmen edebiyat yeteneğine olan sarsılmaz inancı, en zor koşullarda dahi ilkelerinden taviz vermeyişi, yaratıcılığı ve çalışkanlığı da okurda hayranlık da yaratacak güçte.

Yazar, Poe’nun eserlerini incelerken zamanın edebiyat anlayışını ve dehasıyla kendinden sonraki edebiyat dünyasına etkisini de aktarıyor. Eserler, temaların benzerliği ve Poe’nun belirli fikirlerine uygunluğuna göre birlikte incelenirken kronolojik olarak da sıralanmış. Özellikle ünlü hikâyeleri başta olmak üzere birçok öyküsü tanıtılmış. Görece önemine göre bazıları daha ayrıntılı olarak ele alınan öykülerle Poe’nun yazarlık deneyimi ve düşüncelerindeki evrim de ortaya konulmuş. Örneğin edebiyatın ikincil bir amaç (eğitsel vb.) taşımaması ve yalnızca zihinsel deneyimi hedeflemesine dair düşünce ile Poe’nun eserleri ile hedeflediği şeyin bir zihinsel yolculuk olduğu sıklıkla vurgulanmış. Bulmaca çözme becerisi ile Altın Böcek öyküsü arasındaki ilişki gibi kişilik özelliklerinin eserlerine nasıl yansıdığı da değerlendirilmiş. Bununla birlikte yalnızca kendi zamanda değil günümüzde de yaygın olarak görülen bir yanlış değerlendirme ile Poe’nun kişiliğini eserleri ile bir tutmanın neden yanlış olduğuna da dikkat çekilmiş. Poe her zaman eserlerindeki hastalıklı ya da sorunlu ruh halleri, hüzün, tuhaflıklar ve dehşet ile anılsa da okura şaşırtıcı gelecek şekilde kişiliğinin kahramanlarınınkinden farklı olduğu ifade edilmiş. Spordaki başarılı profili, askeri hayatı, meydan okumaya asla kayıtsız kalamayışı ve çoğu durumu bir meydan okuma gibi görmesi gibi ilginç detaylar kişiliğinin sanıldığından çok daha farklı olduğunu gösteriyor bize. Poe’nun edebiyat teorisinin sanat dünyasında resimden günümüz sinemasına kadar uzanan etkileri de hikâyelerinin analizi çerçevesinde tartışılmış. Hikâyelerin film uyarlamalarından da bahsedilmiş. Edebiyat ve diğer sanatlarda, polisiye, gizem ve bilimkurgu türlerinin tohumlarının Poe ile nasıl atıldığını bu kısımlarda özetleniyor. Poe yalnızca “kaçış edebiyatı” açısından değil bütünsel bir edebiyat anlayışı bakımından da önemli bir figür olarak öne çıkıyor. Şair olarak yetenekleri ve bu türe hevesi finansal zorunlulukları tarafından gölgeye itilse de şiir anlayışından da ayrıca bahsedilmiş. Bazen absürtlüğe varan hiciv yazılarının ardında da çoğu kez bir isyan görüyoruz.

Kitabın önemli bir kısmı Poe’nun editörler, dergiler, yayımcılar ve edebiyat çevreleriyle olan sorunlu ilişkisini aktarıyor. Amerika’yı adeta şehir şehir gezen Poe’nun bin bir titizlikle yarattığı ve tekrar tekrar düzenlediği eserlerini yayınlatma çabası, bu eserlerin edebi değerinden çok mali değeri ile ilgilenen ve zamanın düşüncesine uygun kolay satılır eserler peşinde olan editörler ile arasındaki sorunların temelini oluşturuyor. Bir yazar olarak her zaman editörlerin takdirini kazanamasa da eleştirmenliği ve dergi işlerindeki becerisi ile faydalı olabileceğini de gösteriyor Poe. Kitap boyunca sayısız dergi ve editör adı anılmış. Dergilerin birçoğuna eser gönderip bir kısmında da bizzat görev alan Poe dergi yöneticileri ile sonu hep kötü biten ilişkiler yaşıyor. Hep hayalini kurduğu kendine ait bir dergi kurma ideali de okurda heyecanlı bir bekleyiş haline geliyor. Zamanın yayımcılık dünyası kadar önde gelen yazarlar, editörler ve okurlarının profilini ve Poe’yu nasıl ve ne kadar değerlendirebildiklerini de görüyoruz.

Kitap küçük sayılabilecek boyutuna rağmen, Poe’nun yaşamı, kişiliği ve zamanının edebiyat dünyası hakkında genel anlamda bilgilendirici denilebilir. Hacmi ile Poe’nun eserlerini incelemek açısından oldukça yetersiz görünse de esasen biyografi odaklı kitabın bu zayıflığı makul görülebilir. Yazarın Poe’nun eserlerinin anlamına ilişkin düşünceleri kimi zaman aydınlatıcı görünse de kimi zaman zorlama çıkarımlara yaklaştığından kitabın özellikle eleştirilebilir kısımlarını oluşturmuş. Benzer şekilde yazarın Poe’nun hikâyeleri arasındaki ilişkilere dair yorumları ve çıkarımları da oldukça öznel kalmış. Poe’ya hayranlık duyan okurlar kadar, özellikle Amerikan edebiyatı olmak üzere edebiyat tarihi ve teorisine ilgi duyan okurlara da hitap edebilecek bir kitap. Kısa ve çileli bir yaşamdan çıkan büyük yaratıcılığın öyküsü okunmaya değer.
“Takıntı her insanın az çok deneyimlediği bir düşünce biçimi. Takıntıların rahatsız edici hale gelmesi ise onları nasıl algıladığımız ve nasıl karşılık verdiğimiz ile ilgili”. İşte bu fikir üzerine temellenmiş kitap her ne kadar Obsesif-Kompulsif bozukluklara yönelik bir bilişsel tedavi yöntemini ele alsa da aslında insan beyninin takıntılı düşünceye ilişkin yapısını anlamak açısından da bir kılavuz rolü üstleniyor. Hastalarına ilişkin hatırı sayılır deneyimlerini, takıntı ve bilişsel tedavi konusundaki araştırmaları ve farklı uzmanların düşüncelerini harmanlayan Purdon ve Clark, okura takıntılara karşı kendi başına uygulayabileceği çözümler öneriyor. Kitapta; takıntı ne zaman bir hastalık kabul edilebilir? Takıntı ile boğuşan insanlar nasıl tepki verir? Zorlantı, nötrleştirme ve kaçınma davranışları takıntıya nasıl etki eder? Takıntılar kontrol edilebilir mi?/ edilmeli mi? Zihinsel kontrol yanılgısı ve açmazı nedir? Takıntılar neden dirençlidir? Takıntılar ne zaman rahatsız edici olmaktan çıkar? Nihai şekilde kurtulmak mümkün müdür? Soruları yanıt buluyor. Takıntılar, istenmeyen ve ciddi ölçüde rahatsız edici düşünceler olarak ifade edilirken, kişinin hiç istemediği halde yapabileceğine veya yaptığına inandığı davranışlar veya aklında belirmesinden rahatsızlık duyduğu imgeler; din, ahlak, tiksinti, şiddet veya cinsellik gibi farklı takıntı türleri çerçevesinde ele alınıyor. Farklı davranış kalıplarına yol açan bu türlerin temelde aynı düşünce şeklinin çeşitleri olduğu kitabın temel kabulleri arasında. Yazarlara göre sıkıntı veren takıntılar insanın kişiliğine aykırı olan düşüncelerin belirmesi ve bunların yarattığı endişelerden kaynaklanıyor. Dindar bir kişi için ibadet sırasında akla gelen dine aykırı düşünceler, barışçıl bir kişi için saldırganlık düşünceleri, ahlaki değerleri yüksek bir kişi için ahlaka aykırı eylemler gibi kişinin düşünüyor olmaktan veya yapabileceği ihtimalinden rahatsızlık duyacağı imge ve olaylar rahatsızlığa ve sonuç olarak bu rahatsızlıklardan kurtulma arayışlarına yol açıyor. Rahatsızlıkların altında yatan temel sebebin takıntı konusundaki yanlış fikirler olduğu kitapta altı önemle çizilen bir konu. Takıntılardan rahatsız insanların diğer insanlardan farklı olduğu veya takıntıların önemsenmedikleri takdirde dramatik sonuçlara yol açacağı gibi yanlış inançların ve takıntıyla baş etmekte kullanılan zorlantı, kaçınma, nötrleştirme ve ritüelleşmiş davranışlar gibi stratejilerin aslında nasıl kötü sonuçlara yol açtığı açıklanıyor. Kısaca kitabın amacı öncelikle kişinin kendi ve takıntıları konusunda bilinç kazanmasını sağlamak, değerlendirmelerinin ve çıkardığı sonuçların yanlış olduğunu ve bunların nasıl rahatsızlığa sebebiyet verdiğini göstermek, sonrasında ise çeşitli uygulamalar ile yanlışlığın farkına varmasını sağlamak olarak ifade edilebilir. Kitabın sunduğu tedavi yöntemi takıntılarla yüzleşme üzerine kurulu. Takıntı ne kadar rahatsız edici olursa olsun kişi ondan kaçınmadan o deneyimi yaşamalı ve bu sayede her kaçınmanın sorunu nasıl büyüttüğünü görmeli diyor yazarlarımız. Bu sav, insanın düşünme şeklini ele alan deney ve örneklerle de desteklenmiş. “Bir şeyi düşünmemek için ne kadar uğraşırsanız o şey kafanızda o kadar büyük bir yer bırakır ve bir şeyi düşünüp düşünmemek aslında insanın tercihi değildir. Tercih olan, düşünceleri nasıl yorumladığımızdır. Aynı olay bir kişide rahatsızlık yaratmazken diğerinde yaratıyorsa bunun sebebi rahatsız kişinin diğerlerinin kafalarında yer tutmayan düşünceleri beyinlerine nasıl kazıdığıdır. Aslında herkeste ortaya çıkan istenmeyen düşünceler istenmeyen durumlara sebebiyet vermediği gibi bunları istemsizce düşünüyor olmak da kişinin kontrolü kaybetmesi anlamına gelmez. Zihnimiz her zaman istediğimiz şekilde kontrol sahibi olabileceğimiz bir araç değil ve esasında buna gerek de yok”. Bu düşünceler çerçevesinde sunulan tedavi yöntemi kişinin rahatsızlıklarına yönelik yapacağı çeşitli tabloları ve kademe kademe takıntıya maruz kalma alıştırmaları ile bu tablolardaki değişimi gözlemlemeyi kapsıyor. Ayrıca yazarlar kitabın bir uygulama kitabı olduğu ve her bölüme ayrı bir çalışma ve tekrar zamanı verilmesi gerektiğini de özellikle belirtiyorlar. Bir başka önemli mesajları da bir günde ortaya çıkmayan takıntıların aniden ortadan kalmasının kolay olmadığı. Bununla birlikte doğru uygulanan tedavi yöntemi ve sabır ile başarının kaçınılmaz olacağını da ileri sürmüşler.

Kitap herkesin rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir dille ve gerekiyorsa uygulayabileceği basit yöntemlerle oluşturulmuş. Tek başına önemli oranda faydalı olabileceği öne sürülürken ihtiyaç duyulduğunda destek tedavi alınabileceği de öneriliyor. Kitaba başlamadan, takıntılara karşı tek başına ne kadar etkili olacağına yönelik soru işaretleri doğabilir. Ancak buna kitabı okuyup karar vermek daha doğru olacaktır. Platon’un ünlü mağara alegorisi ile benzetirsek; gerçekleri görebilmek bazen insanın içinde bulunduğu duruma dışarıdan bakmasını gerektirir. Dışarıdan bakış ne kadar inanılmaz görünse de bunu anlayabilmek için o deneyimi yaşamak gerekir. Takıntıya ilişkin gördükleri gerçekleri paylaşan yazarlarımızın sözlerine kulak vermek sıkıntıyı deneyimleyenler için ne kadar inanılmaz görünse de bir şansı hak ediyor. Mağaradan bir kez dışarı adım atan bir daha aynı insan olmayacaktır. Kitap, yalnızca bu rahatsızlıktan sıkıntı duyanlar için değil insan beyninin gizemli yapısı hakkında farklı bir deneyim yaşamak isteyenler veya psikoloji meraklıları için de önerilebilir. Keyifli okumalar.
Uzayda Piknik romanlarıyla geniş çapta tanınan Arkadi ve Boris kardeşlerin 70’lerde yazdıkları kitap, bilimkurgu içerisinde yeni bir form yaratmayı deneyerek polisiye-bilim kurgu türünde bir yapıt ortaya koymaya çalışıyor. Klasik bir cinayet öyküsü gibi başlayıp uzun süre bu yönde gelişim gösterdikten ve bilimkurgu olup olmadığı konusunda okuru şüpheye düşürdükten sonra sert bir şekilde yön değiştirerek finalde bilimkurguya adım atan ilginç bir yapıt. Aslında dedektif öyküsü gibi başladıktan sonra konuyu metafizik varlıklara bağlayan korku öyküleri az sayılmaz. Hatta Lovercraft’ın korku-bilimkurgu öykülerinde de kısmen benzer başlangıçlar görürüz. Ancak klasik bir polisiye sahnesini sona doğru bilimkurguya dönüştürmenin farklı bir girişim olduğu açık. Her ne kadar yazarlar bu girişimi başarısız olarak görse de öyküdeki polisiye ve bilimkurgu öğeleri kendi içinde ilgi çekici sayılabilir. Öykünün gelişiminde gördüğümüz tuhaf karakterler bize klasik cinayet öyküsünden farklı bir durum olduğunu sıklıkla hissettirse de bunlar uzun süre tuhaflık dışında bir anlama işaret etmiyor.

Öykü çok bilindik Agatha Christie romanlarındaki kurguya benzer şekilde; kapalı bir mekânda işlenen bir cinayet, mekândaki kişilere yönelen şüpheler, bu kişiler arasındaki tuhaf ilişkiler ile tesadüfen orada bulunan bir polis müfettişinin olayı çözmeye çalışması temalarını işliyor (kitapta Christie’nin meşhur dedektifi Hercule Poirot’un adı da telaffuz edilmiş). Bu yönüyle haddinden fazla öykünme gibi dursa da karakterlerin gariplikleri alışılmışın dışına taşıyor bizi. Bunaltıcı iş ve aile yaşamından uzaklaşıp nefes almak için sevdiği dağ oteline gelen müfettiş Grebsky kendisini hiç istemediği halde zorunlu olarak görev başında bulur. Dağda kaybolan bir dağcıya ithafen ölü dağcı oteli adını alan otel, tek bir geçit ile ulaşılabilen sarp bir yolun sonunda eşsiz bir dağ manzarasının içinde bulunmaktadır. Otel sahibi Snevar ile arkadaş olan müfettiş otele geldiğinde birbirinden tuhaf konuklarla karşılaşır; aristokrat tavırlı huysuz ve agresif Moses ve soylu görünüme sahip eşi Olga, gösteri sanatçısı Du Barnstoker ve erkek mi kadın mı olduğu bir türlü anlaşılamayan asi yeğeni Brun, tuhaf espri anlayışlı fizikçi Simon, hastalık iznindeki Hinkus ve Viking görünüşlü irikıyım arkadaşı Olaf. Ayrıca otelin bir de saf hizmetçisi Kaisa vardır. Burada biraz spoiler vererek sonunu aktarmadan öyküyü özetleyebiliriz: otelde öncelikle kaybolan eşyalar ve hırsızlık iddialarıyla beliren şüpheler Olaf’ın şaşırtıcı bir halde odasında ölü bulunması ile doruğa ulaşır. İçeriden kilitli odasında boynu tamamen tersine dönmüş şekilde bulunan ve fiziğiyle güçlü mitolojik karakterleri andıran Olaf’a bunu kimin nasıl yapmış olabileceğinin cevabı bulunamaz. Soğuk havada sürekli çatıda oturan arkadaşı Hinkus da kendine özgü tuhaf bir tiplemedir. İmzasız uyarı notları şüpheleri bir oraya bir buraya yöneltir. Otel sahibi Snevar’ın Olga’yla ilgili tesadüfen şahit olduğu bir durum karmaşayı daha da arttıracaktır. Olaylar, konukların çığ düşmesi sonucu otelde mahsur kalmasıyla daha da tehlikeli bir boyut alır. Çığdan zor bela kurtulup yarı baygın bir halde kapıya gelen Luarvik’in sıra dışı hali ve Olaf’la ilgili ısrarlı talepleri durumun tuhaflığını iyice arttırır. Yol açılana kadar herhangi bir yardımdan ve iletişimden mahrum kalan otel sakinleri kendilerini gergin ve şüphelerle dolu bir ortamda bulurken müfettiş istemeyerek içine çekildiği bu sorunun kendisini giderek daha zor bir duruma soktuğu gerçeği ile yüzleşir. Otelde anlatılan doğaüstü öyküler kadar fizikçi Simon’un inanılmaz görünen açıklamaları da müfettişin katı gerçekçiliğini aşamaz. Öykü beklenmedik bir sonla biterken olaylar da kendi içinde nispeten mantıklı bir açıklamaya kavuşur.

Kitabın sonundaki ekte gerek kitabın öyküsüne gerekse yazarların düşüncelerine dair önemli bilgiler aktarılmış. Kardeşler deneme olarak gördükleri ölü dağcı oteline ilişkin samimi açıklamalarında; kendine özgü olarak gördükleri kitabın sonuçta tatmin edici olmadığını ve “başarısız bir deney” olduğunu itiraf ediyorlar. Polisiye geleneğinin yerleşik anlayışı içinde böylesine bir deneyin başarılı olmasına aslında imkân olmadığının ayırdına vardıklarını da açıklıyorlar. Burada ayrıca Sovyet ideolojisinin siyasi sansür ortamında bir bilim kurgu metninin başına gelenleri de görüyoruz.

Kurgusu yer yer oturmamışlık hissi verse de tuhaflıkları ve gerilimiyle ilgi çekebilecek bir kitap ölü dağcı oteli. Hikâye bazen ağır ilerlemekle birlikte merakı sürekli olarak canlı tutmayı başarıyor. Karakterlerin abartılı tiplemeleri animeleri hatırlatsa da (kitap çocuk ve gençlik edebiyatı yayınlarında da yer almış) öyküyü yüzeysel bir sınıfa sokmamızı gerektirecek ölçüde sayılmaz. Bilimkurgu diyebilmek için bilimkurgu içeriği zayıf görünüyor. Ancak Uzayda Pikinik’te olduğu gibi küçük olayların arkasında daha derin imalar bulmak da mümkün. Bilimkurgunun önemli isimleri Stuartski kardeşlerin edebiyat uğraşlarını görmek, ölü doğsa da yeni bir denemenin heyecanını ve bilimkurgunun şaşırtıcı dünyası içinde polisiye deneyimini yaşamak isteyenler için önerilebilecek bir eser. Okur bu kitapla başarısızlıklardan çıkan derslerin ne kadar öğretici olabileceğini de görebilir.
Cehennem atlası, iki uzun ve dört kısa öyküsüyle bize geçmiş ve modern zamanlardan ürkütücü öyküler sunuyor. Farklı zamanlarda geçen öyküler kimi zaman korsanlar çağının ahşap gemilerine kimi zaman da modern şehirdeki bir bara götürüyor bizi. Öykülerin tümü cehennemin veya öteki dünyaların değişik varlıklarının insanlarla temas ettiği olayları konu alıyor. Bir öyküdeki tasviri başka bir öyküdeki varlıkta görüyor ve her biri kendi zamanına ve kurgusuna sahip öykülerin arka planında tüm insanları ve zamanları etkileyen bir cehennem dünyası olduğu fikrine kapılıyoruz. Her an için tanışabilecekleri korkunç bir dünyanın varlığından bir haber dehşetin kıyısında yaşayan insanlarla bu dehşetin peşine düşen insanları bir arada görüyoruz. Öyküler arasında ortak temalar ve ilişkiler görülebilse de biçimleri, hepsinin genel ve planlı bir kurgunun parçası değil aynı ya da benzer malzemelerle inşa edilmiş birbirinden bağımsız fantazyalar oldukları izlenimini uyandırıyor.

İlk öykü olan cehennem atlası, ikinci el kitaplar satan bir kitapevi sahibi ile ondan çok özel bir eseri bulmasını isteyen bir suç örgütünü ele alıyor. Kitabı aramak onları daha önce tanışmadıkları dehşetlerle tanıştıracaktır. Şiirsel bir anlatıma ve muğlak ifadelere sahip ikinci öykü olan efsuncu, bir kızın ölen babasının atölyesinde bulunan garip varlıkla diyaloğu ve sonrasında gelişen tuhaf olayları ele almış. Sonraki öykü olan kafakovuk, yaşamının sonuna gelmiş bir hortlak, korkunç yardımcıları, evindeki panayırda ne olacağından habersiz eğlenmeye gelmiş çocuklar ve yıllar sonra bu çocuklardan birinin kendisini ziyarete gelişini konu alıyor. Panayırın ardındaki dehşet, hortlağın yaşamının anlamına dair düşüncelerinin arka planını oluşturmuş. Dördüncü kısa öykü olan gırtlak, hayattaki tek varlığı olan köpeğini kaybeden yaşlı bir adamın şehrin bir bölümünü istila eden tuhaf cehennem yaratıklarının arasındaki arayışını ve ona rehberlik eden genç kızı konu alıyor. İki uzun öyküden ilki olan görünür pislik, barda çalışan bir adamın müşteriler tarafından düşürülen bir cep telefonuna gelen korkunç mesajların ardındaki dehşetle yüzleşmesini konu alıyor. Adamın hayatı üzerine düşünceleri ve rutin yaşamı gelen mesajlar ile farklı bir boyut kazanarak içsel bir arayışla birleşecektir. Son öykü olan kasap masası ise şeytana tapan gizli cemiyetlerden birinin çaylak üyesinin, başka cemiyetler, korsanlar ve cehennem yaratıkları ile yaşadığı dehşet dolu yolculuğu anlatıyor. Kitabın bu son öyküsü aynı zamanda etkileyici bir final niteliğinde.

Kısa öyküler içinde anlatımı bakımından daha düşük tempolu ve düşük heyecanlı görülen efsuncu, kitabın akıcılığından biraz ayrıksı durmakta. Bir dedektif dizisi tadındaki cehennem atlası, Poe öykülerini hatırlatan hortlak diyaloğu ve tuhaf atmosferi ile kafakovuk, insan bedenlerinden müzik aletleri ya da tuhaf heykeller yapan yarı bilinçli yaratıkların gölgesindeki arayışı konu alan gırtlak, yaratıcı ve keyifli okumalar sunuyor. Öte yandan kitabın iki uzun öyküsü ve özellikle kasap masası, bu kısa öyküler tamamen çıkartılsa bile kitabı ilgi çekici yapmaya yetecek nitelikte. Görünür pislik, modern dünyada geçen modern bir korku öyküsü görünümündeyken; kasap masası, klasik korku öykülerinin bilinmeyen diyarlara yapılan yolculuk teması üzerine kurulmuş lovercraft’ı anımsatan klasik arkaplanlı modern bir öykü. Garip varlıkların tasviri açısından kitap boyunca çeşitli seviyelerde gördüğümüz yaratıcılık özellikle son öyküde zirveye ulaşmış. Son iki öykü aynı varlıkların farklı öykülerde ortaya çıkması bakımından da birbiri ile ilişkili. Yine ilk öykü olan cehennem atlası bize son öyküde de yoldaşlık ediyor.

Kısa öyküleri başarılı olarak nitelendirilebilecek kitap uzun öyküleri ile çarpıcı ve etkileyici bir sınıfa yükseliyor. Yalnızca son öyküsü için bile okunabilecek bir eser. Keyifli okumalar.
18.02.2023

Bu yorum ve bunu beğenenlerin üniversiteler hakkında en ufak bir bilgisi olmadığı çok açık. Her konuya tarafgirlikle yaklaşmanın sonu komik duruma düşmektir. Büyükşehir üniversitelerinde her görüşten insan bulunur. Bilmiyorsanız gidin gezin konuşun görün. Komik duruma düşmeyin.