Toplam yorum: 3.075.924
Bu ayki yorum: 2.800

E-Dergi

muftuihsan Tarafından Yapılan Yorumlar

10.01.2012

Tolstoy'un bu kitabı, sadece çocuklara değil, herkese hitap eden edebi bir eserdir. Tolstoy yaşadığı çağda iyi bir gözlemci olmuş, fakat eserleri sadece bu çağda kalmamış. Eserlerinde ele aldığı konu bütün insanlığı ilgilendiriyor.
‘Hiçbir yerde belli bir çağın damgasını taşımaz; Tolstoy'un romanlarından birkaçı, üzerinde yazarın adı bulunmadan, bir okuyucunun eline ilk defa geçecek olsaydı, hiç kimse bu eserlerin hangi on yıllık dönem içinde, hatta hangi yüzyılda yaratılmış olduğunu söylemeye cesaret edemezdi; çünkü her türlü zamanı aşan bir anlatım biçimiyle yazılmıştır bu eserler. (Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Stefan Zweig)

Kitabı okurken kendinizden bir şeyler bulabiliyor; yaşadığınız köyünüzden, çevrenizden bir ize rastlıyorsunuz. Kitaptaki kahramanlar tanıdık geliyor size. Tolstoy'un kitaplarını okurken insanlığın ne kadar çok kirlendiğini, yaldızlı örtüler altında neler döndüğünü, gerçeklerin nasıl tersyüz edildiğini anlıyoruz.
Stefan Zweig’in tesbitiyle “kendi hayatının şiirini yazanlar”dan biri olan Tolstoy, köylüler ve fakir halkın yoksulluklarına rağmen onları mutlu eden sırrın, inançları olduğunu keşfeder.

Kitap, ayrı ayrı da basılan dört hikayeden oluşuyor:
1.Hikaye: İNSAN NE İLE YAŞAR kitaba ismini veren hikaye. Bu hikayesinde üç soruya cevap arar:
‘İnsanın kalbine ne hükmeder? İnsana ne verilmemiştir? İnsan ne ile yaşar?'
“Anneye, çocuklarının neye muhtaç olduğunun bilgisi verilmedi. Zengin adama da kendisinin neye muhtaç olduğunun bilgisi. Hiçbir insan akşam olduğunda vücudu için çizmelere mi yoksa cesedi için terliklere mi muhtaç olduğunu bildirilmedi. Yetimler yaşadıysa, bu annelerinin ihtimamından değil, yabancıları olduğu halde onlara acıyan ve sevgi duyan bir kadının yüreğinde sevginin bulunmasındandı ki, bütün insanlar kendi esenlikleri için harcadıkları düşünceyle değil, insana verilen sevgiyle yaşarlar.(s.38)
Anladım ki; Allah insanların birbirlerinden ayrı ayrı değil, tek vücut halinde yaşamalarını istediğinden, her birine kendi ihtiyaçlarını değil; her birine, hepsi için gerekli olan şeyleri ilham ediyor. Anladım ki, insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor gibi görünse de, hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse Allah'a yaklaşır; Allah da ona yaklaşır. Çünkü O, sevgiyi yaratandır!” (s.39)
2. Hikaye: ÜÇ SORU
Bu hikaye ise üç soruya cevabı bir krallın ağzından arar: “Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: ‘Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım.’ (s.40)
‘Bundan sonra şu gerçeği unutmayın; tek önemli vakit vardır; içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşemeyeceğini bilemez ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyada gönderilmesinin tek sebebi budur.’ (s.44)
‘Üç Soru’ adlı hikayede anlatılmak istenen yargı, ‘önemli bir tek an vardır, o da insanın o an bulunduğu zamandır.’ Adeta İmam Şâfî’nin: “Zaman kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen o seni keser” sözünü hatırlatarak ‘içinde bulunduğun zamanın değerini bil, çünkü geri getiremeyeceğin en önemli şeydir.’demek istiyor. İslâm âlimlerinin zaman konusundaki müşterek telâkkilerini; ‘Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybtadır, öyle ise mevcut olan, senin içinde bulunduğun andır.’ şeklinde özetlemek mümkün.
3. Hikaye: İNSANA NE KADAR TOPRAK LAZIM
Tolstoy bu hikâyesinde hep daha fazla ve daha verimli toprak sahibi olmak isteyen bir adamın çokça mal/mülk ve toprak sahibi olma arzusunu anlatır. Hikaye şu cümlelerle bitmektedir: “Uşağı beli alarak Pahom’un sığabileceği büyüklükte bir çukur kazdı ve onu oraya gömdü. Onun şimdi ihtiyaç duyduğu iki metrelik bir topraktı.”(s.67)
Hepimizin yaşamın koşuşturmacasına daldığı bu dünyada, hayattaki amacımızın ne olduğunu bir kez daha düşünmemize sebep olsun bu hikâye. Dünyada var olan her şeyin yok olmaya mahkûm olduğunu, çok uzunmuş gibi görünen ömrümüzün aslında çok kısa olduğunu bildiğimiz halde, dünyadaki pek çok şeye sahip olmaya çalışıyoruz ve durmadan çok kazanmak ile meşgul oluyoruz. Açgözlülük, tamahkârlık, mal ve dünya hırsı bizi maneviyattan uzaklaştırıyor ve hakikati görmemize engel olur.
Hikaye, Peygamber Efendimizin: “Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.” (Müslim, Zekât, 116) hadisini anlatan güzel bir örnektir. Hadiste anlatıldığı gibi, âdemoğlu mal biriktirme ve hep daha çok mala sahip olma arzusuna sahiptir. Bizler hep daha fazlasına talip olmak istemişizdir. Hep daha çok mal sahibi olma hırsı, insanı hakikatten uzaklaştırıyor. Hırs gözlüğüyle dünyaya baktığımızda hakikat bizden uzaklaşıyor, ama biz farkına varamıyoruz.
4. Hikaye: EFENDİ İLE UŞAK
Öğüt veren, yol gösteren, iyilik ve doğruluğa yönelten, sevgi ve şefkati insanlık için bir kurtuluş yolu olarak sunan hikayelerden birisi. Efendi ile Uşak'ta insanoğlunun birbirine zıt iki uç noktasındaki iki adam, küçük bir at, bir kızak ve insanın dizginlenemeyen hırsı ve bu hırsın insana verdiği zararlı neticeler anlatılıyor.

Tolstoy’un sonradan müslüman olduğuna dair rivayetlerde var, ancak doğrusunu Allah bilir. Tolstoy'un, ölümünden bir yıl önce Hz. Muhammed'in (sav) hadislerini derlediği bir risalesi olduğu, Tolstoy'un bu eserinin, Rus halkında İslam'a ilgi uyandırmaması için komünizm döneminde gizlendiği ifade ediliyor. Şu sözler de, Tolstoy'a ait: “Muhammed her zaman Hıristiyanların üstüne çıkıyor. O, insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yoktur ve Muhammed O'nun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur.” “Eğer insan seçme hakkına sahip olsaydı, aklı başında olan her Hıristiyan ve her bir insan şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği, tek Allah'ı ve O'nun peygamberini kabul ederdi.”
30.12.2011

Motivasyon bir ihtiyacı gidermek için gerekli davranışları başlatan bir kuvvettir. Bu kuvvetin pozitif veya negatif olması arasında motivasyon sağlama bakımından bir görev farklılığı yoktur. Bu kuvvet bizi rahatlatan bir olay olabileceği gibi, bize hayal kırıklığı tattıran bir olay da olabilir. (s.13)
İnsanda gördüğümüz doğrudan onun motivasyonu değildir. Motivasyonunun sonuçlarıdır. Kitap yazmak istediğini görürüz, ama onu kitap yazma isteğine yönlendiren sebepleri göremeyiz. Hareketin arkasındaki motivasyonun köklerini anlama herkesi ve hatta sizi bile motive etmenin anahtarıdır. (s.14)
Ne zaman motive etmenin pozitif hareketi, idare etmenin negatif hareketi olur? idare etme, herhangi birini başka bir şekilde yapamayacağı bir işi, onun yapması için onu ‘kandırma’ yönlendirme işidir. Motivasyon ise herhangi birinin kendi başına başlatamadığı veya tamamlayamadığı fakat yapmasının da gerektirdiği bir işi yapmasını sağlama, onu yüreklendirme, cesaretlendirme sürecidir. (s.24)

*Müşteriler mutlu edilmişlerse geri gelirler. Mutsuz olmuşlarsa ihtiyaçlarını başka yerlerden karşılarlar. Fiyat politikanız onu mutlu etmeli.
*Uzun vadede dürüstlük en iyi politikadır. (İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi yeğlerim. R. BOSCH)
*Kendilerine ceplerindeki paradan daha önemli olduklarını hissettirebildiğiniz takdirde tekrar tekrar gelirler.
*Tebessüm evrensel bir dildir.
*Tutmaya niyetli olmadığınız sözler vermeyin.
*Disiplin insanları kabul edilmiş prensiplere dayanan ahenk içinde davranmaya götürür.
*Modeller, eleştirmenlerden daha kalıcı izler bırakırlar.
*Eğer para gerçekten en büyük motive edici olsaydı hepimizin banka soyguncusu olması gerekirdi.
*Merak korkudan daha güçlü bir motive edicidir.
*İnandırmanın, ikna etmenin gücü, korkutmanın, gözdağı vermenin gücünden daha etkileyici ve uzun ömürlüdür.
*Eğer patronunuza maliyetiniz, kazandırdığınızdan fazlaysa bu işte çok uzun süre kalamazsınız.
*Patronunuzu sevmek zorunda değilsiniz, ama ona saygı göstermelisiniz.
*Çalışanın sadakatsiz, kontrolsüz, açıkça itaatsiz, saygısız, menfaatperest olması, motivasyonu bozucu 5 ciddi sebeptir.
*Konuştuğunuzdan daha fazlasını dinleyin.
*Büyük fikirler büyük akılları cezbeder.
*Dostlukların yalnızca kurulabilmesine değil, iyi bir şekilde devam ettirilmesine de önem veriniz.
*Bilmek ve yapmak gece ve gündüz gibi birbirinden farklıdır.
*Başarı en büyük motive edicidir.
* Nereye gittiğinizi bildiğiniz sürece bunu diğerlerine kanıtlamaya gerek yoktur.
*Sadece ‘şimdi’ vardır. ‘Sonra’ asla gelmez.
*Bir hedefe sahip olmamak, o hedefe ulaşamamaktan daha korkunçtur.
*Şu anda ne olduğun geçmişte ne olduğundan daha önemlidir. Ne amaçladığınız, ne olmak istediğiniz ise hepsinden önemlidir.
*Gelecek hayatınızın kalan bölümünü geçireceğiniz yerdir.
*Hayatınızın kendi ellerinizde olduğunu kabul edin. Onu kurabilirsiniz de, yıkabilirsiniz de.
*Yapabileceğiniz en büyük hata, hata yapmamak için riske girmemenizdir.
*Tavşan tilkiden daha hızlı koşar. Çünkü tilki yiyeceği için, tavşan hayatı için koşuyordur.
*Problemler, engel değil öğretmendirler.
*Deniz yükselip taştığı zaman beraberindeki her şeyi kaldırır.
*Siz değişirseniz, hayatınız değişebilir. (“Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah sizi değiştirecek değildir” Enfal/53)
*Sizi oyalayan her rahatlık bir tuzaktır.
*İyi başlamak tamamlamanın yarısıdır.
*Hareketlilik, verimlilik için gerekli olan tek şey değildir. Düşünmek de son derece verimli olabilir.
*Hiçbir şey ruh ve beden sağlığınızı kaybetmenize değecek kadar önemli değildir.
*İlgilenmediğin ya da zaman ayıramayacağın bir iş için hayır demeyi öğren.
*Başkalarına yatırabileceğin işlerden kurtulun.
* ‘Onu yarın yapacağım’ davranışı, ‘Onu dün yapmış olsaydım’ sonucunu doğurur.
*‘Kaybetmeyeceğim’in yerine ‘Başaracağım’ gibi olumlu bir dille konuşun.
*Mükemmel ile iyi arasındaki fark, yaptıklarınıza verdiğiniz önemden ortaya çıkar.
*Herhangi bir yerden başlamak zorundasınız. ‘Şimdi’den ve ‘Burada’dan daha iyi bir zaman ve yer yoktur.
*Akıllıca çalışmak, her zaman için çok çalışmaktan daha iyidir.
*Düşünmeden bir şey yapmak, yapmadan düşünmek kadar kötüdür.
*İdeal zamanı beklemekten vazgeçin. Hiçbir zaman gelmez.
*Ne yapmayacağınıza karar vermeniz, ne yapacağınıza karar vermeniz kadar önemlidir.
*Her karar kendisini yürütecek bir plan ihtiva etmelidir.
*Hayat bir yönüyle seyahattir. Geri dönmeyi ne kadar şiddetle istesen de hemen dönemezsin.
*Başarı size gelmez. Siz ona gideceksiniz.
*Hayat boyunca nihai zafer yoktur. Sadece başarılar serisi vardır.
*Bazen savaşı kazanmak, birkaç cephedeki muharebeyi kaybetmeye bağlıdır.
*Bilgi ile uygulama kol kola giderler.
*Kaybetmemek için zaaflarınızı, kazanmak için gücünüzü bilin.
*Küçük bir başarı başarısızlık korkusunu giderebilir.
*Kaybetmemek için zaaflarınızı, kazanmak için gücünüzü bilin.
*Küçük bir başarı başarısızlık korkusunu giderebilir.
*Başarısızlıklar, başarılardan daha öğreticidir.
*Zaman altındır. Zamanlama ise elmastır.
*Engelleri yollarınızı tıkayan şeyler olarak görmeyin. Onları size uçmayı öğretecek fırsatlar olarak görün.
*Hiçbir problem zamanın geçmesine tahammül edemez.
*Zenginlik bir başarı hedefi değildir. Başarının yan ürünlerinden biridir.
*Başarısızlıklar, başarılardan daha öğreticidir.
*Zaman altındır. Zamanlama ise elmastır.
*Engelleri yollarınızı tıkayan şeyler olarak görmeyin. Onları size uçmayı öğretecek fırsatlar olarak görün.
*Hiçbir problem zamanın geçmesine tahammül edemez.
*Zenginlik bir başarı hedefi değildir. Başarının yan ürünlerinden biridir.
*Başarmak için izleyeceğiniz en iyi rota, çok çalışmaktır.
*Eğer herhangi birinin kapıdan girmesini istiyorsanız, önce kapıyı açmalısınız.
*Geleceğin liderlere, geleceğin liderlerinin size ihtiyacı var.
*Yeni bir fikir zihninizi meşgul etmeye bağladığında, onun oltaya takılabilmesi için çabuk ve ısrarlı hareket edin.
*Geçmişteki ve şimdiki büyük insanları birer örnek olarak inceleyin.
*Savunamayacağınız belgeyi fethetme hazırlığına girişmeyin.
30.12.2011

Cehaletin ve çıkar ilişkilerinin kol gezip düşünmek ve konuşmanın da en büyük suç sayıldığı bir çağda Ali Şeriati, bu suçu işlemiş ve bedelini hayatıyla ödemiş bir aydındır. Dr. Abdulkerim Suruş’un da ifadesiyle Şeriati, şahsiyetine ve köklerine bağlı olduğu halde, kendinden ve içinde bulunduğu binadan uzaklaşarak dışarıdan bakmak, böylece kendinin ve bulunduğu binanın sair binalar arasındaki yerini ve farkını görebilmek güç ve cesaretini gösterebilmiş nadir kişilerden biridir.
Şeriati’yi ‘Göller bölgesinde bir ada’ diye tarif eden Cemil Meriç’in şu ifadeleri de ilginç:
“Konuşan, bir şahit, daha doğrusu bir şehit. Engin bir tecessüs, geniş bir irfan, Doğu'yu ve Batı'yı kucaklayan bir terkip kabiliyeti ve hepsinin üstünde eşsiz bir mücadele azmi. Şeriatî, coşkun bir zekâ ve inanmış bir müslüman. Genç bir yaşta, şarkısını tamamlayamadan hayata gözlerini kapayan, kardeş İran'ın bu pervasız mücahidini bütün buutlarıyla tanıtabildik mi? Sanmıyoruz. Şeriati, bir ilim adamıdır. İrfan seviyesi şüpheli bir kalabalığa hitab ederken, ilmi ciddiyetini ne kadar koruyabilir! Bizce Şeriati'nin en büyük tarafı, hamiyeti, samimiyeti ve kendini mukaddes bir davaya feda etmesidir.”
Şeriati, Kur’an’dan, tarih, sosyoloji ve beşeri bilimlerle ilgili hicret, insanın yaratılışı, Habil-Kabil gibi bir dizi konu çıkartmış ve bunların tahlilini yapmıştır. Eser iki bölümden oluşuyor: İsfahan Üniversitesi başkanı Abbas Tavassulî’nin, Şeriati ilgili hayatı ve düşünceleri ile ilgili bölüm ve Şeriati’nin konferanslarından bölümler. okunması dileği ile İşte alıntılar:
Sosyoloji açısından, peygamberlerin diğer önderler üstünlüğü, dünyadaki ve tabiattaki ilahi kuralları çok iyi bilmeleri ve bu temeller üzerinden insan olarak amaçlarını topluma daha iyi kabul ettirebilmeleridir.(s.61)
İnsanın kişiliği, inançlarıyla ilgili bilgi derecesine göre ölçülür. Sadece inanmak, kendi başına bir meziyet değildir. Eğer tam anlamıyla bilmediğimiz bir şeye inanıyorsak, bunun pek az bir değeri vardır. Asıl meziyet, inandığımız şeyleri tam anlamıyla bilmektir. İslam’a inandığımıza göre, doğru yöntemi seçip, onu dosdoğru öğrenmeliyiz.(s.68)
İslam tek boyutlu bir din olmadığı için, onu öğrenmek için tek bir yöntemin seçilemeyeceği de açıktır. İslam, sadece insanın mistik sezgileriyle ve insanla Tanrı’nın ilişkisiyle sınırlı bir din değildir. (s.69)
“İbn-i Sina, İslam medeniyetinde, bütün bilim ve felsefe tarihinin övündüğü büyük bir filozof, bilim adamı ve dahidir. Fakat, böylesine önemli bir filozof ve bilim adamı olan bu büyük adam, toplumsal açıdan bakıldığında, iktidarın ve yöneticilerin emrinde hizmet etmekten pek hoşnuttu. İnsanların akıbeti ve içinde yaşadığı toplumun geleceği onu hiç ilgilendirmiyordu. Ona göre, kendi akıbetiyle başkalarınınki arasında hiçbir bağ yoktu. Onun biricik düşüncesi, bilimsel konular ve araştırmalardı. Bunun dışındaki hayat onu pek ilgilendirmiyordu. Kim ona para ve mevki bağışlarsa başının üstünde yeri vardı.
Hallac’a gelince… O da, alev alev yanan bir adamdı. Alevlerin içindeki adamdan sorumluluk beklenmez. Onun işi de, yanmak ve çığlık atmaktır. Hallac niye yanıyordu? Tanrı’ya duyduğu şiddetli aşktan. Başını ellerinin arasına alıp, Bağdar sokaklarında, ‘Bu kafamı kırın… Bana isyan etti!.. İçimdeki yangından kurtarın beni… Ben hiçim… Ene’l Hakk’ım!’ diye bağırarak koşuyordu. ‘Artık ben yokum, var olan ancak ve ancak Tanrı’dır. Demek istiyordu. Hallac’ı sürekli Tanrı ateşiyle yanıyordu ve onun gerçek eksikliğinin kaynağı buydu. Fakat İran toplumunda, yirmibeş milyon Hallac’ın bir araya geldiğini bir düşünün. Herkesin ‘Gelin beni öldürün… Artık dayanamıyorum… Ben hiçim… Cübbemin içinde Tanrı’dan başka bir şey yok!’ diye sokaklara fırladığını bir düşünün… Bu tür ateşli tutkular, bir tür manevi ve mistik divaneliği gösterir. Eğer bir toplumda, herkes Hallac (veya İbn-i Sina) gibi olacak olursa, sefalet ve yıkım ortalığı kaplar. Fakat, şimdi öyle bir toplum düşünün ki, içinde bir Hüseyin ve birkaç da Ebu Zer olsun. İşte hayat da, özgürlük de, ilim ve düşünce de, kuvvet ve istikrar da bu toplumda olur. Bu toplum, hem düşmanlarını bozguna uğratabilir, hem de Tanrı’yı gerçekten sevebilir.”(s.77)
Beşeri dilde kötülüğün ve âdiliğin en aşağı sembolü çamurdur. Tabiatta da çamurdan daha aşağı bir yaratık yoktur. Yine beşeri dilde, en yüce ve kutsal varlık Tanrı’dır. Her varlığın en yüce ve kutsal ve en soylu yönü de ruhudur. Böylece insan, çamur ve ilahi ruhun bileşimi olan iki boyutlu bir varlık; bütün tek boyutlu varlıklardan ayrı olarak iki fıtratlı bir yaratıktır. Bir yönüyle hep çamura, aşağılığa, çürümeye, durgunluğa meyleder. Taşkınlardan sonra geride durgun, ölü bir çamur birikintisi kalır. İnsanın bir fıtratı bu birikintinin işte o uyuşukluğuna meyleder. Ama öteki yönü, ilahi ruhtan gelen yönü yükseğe, düşünebilecek en yüce zirveye, Allah’a meyleder.(s.85)
İslam’da şeytan Allah’a değil, insana, daha doğrusu insanın Allah’a meyleden yönüne rakiptir. (s.90)
“İnsanın aldığı nefesler, aynı zamanda onun ölümüne giden adımlardır.” Hz. Ali (s.107)
İneklere tapanlar Allah’a tapanları geride bıraktı da, bizim dindar inananlarımızın bunun bile farkına vardıkları yok.(s.114)
Kabil doğuştan kötü değildir. Özü itibariyle Habil’inkiyle birdir. Hiç kimse doğuştan kötü değildir, çünkü herkesin özü, Adem’in özüyle aynıdır. Kabil’i kötü yapan, köleliği ve efendiliği doğuran, insanları kurt, tilki ve koyun haline sokan insanlıkdışı düzen, sınıflı toplum ve (reddedilen) özel mülkiyet rejimidir. (s.130)
Habil’le Kabil’in kavgası, her kuşağın yeniden yaşadığı bitmeyen bir kavgadır. (s.131)
İdeal insanın üç özelliği vardır: doğruluk, iyilik ve güzellik; bir başka deyişle bilgi, ahlak ve sanat. O, Allah’ın halifesidir. Aşk ve bilgiyle donatılarak yeryüzüne sürülmüştür. Her şey onun emrindedir. Melekler bile onun önünde secde etmişlerdir. Allah’ın halifesi, kullukta, emanet yükünü taşıyarak tarihin sonuna ve tabiatın nihai sınırına gelip dayanmıştır. Diriliş başlamak üzeredir.(s.158)
27.12.2011

Ali Fuat Başgil bu eserinde bir ömür boyu öğrendiklerine şahsi tecrübelerini de katarak gençlere rehberlik etmek istemiştir. Burada gençlere başarılı olma yolunun tehlikeli düşmanlarını anlatmakta ve başarıya ulaşmanın şartları üzerinde durmaktadır. Ayrıca terbiyenin ruh ve karakter üzerindeki tesiri ve verimli çalışma şartları hakkında gençlere yol göstermektedir. Başgil, bir ilim adamı olmasına rağmen onun en çok okunan eseri bu kitabı olmuştur. Yazar bu eserinde 'babacan ve sevecen' bir üslup yakalamış ve gençlere öğütler vermiştir. Bu öğütler daha çok onun yaşadıkları tecrübelerden oluşmaktadır. Üslup olarak Yusuf Has Hacip ve Ali Şir Nevai gibi eski Türk bilgelerini hatırlatan Başgil, kendini milletine karşı sorumlu hissetmiş ve gençlerin iyi yetişmesi, hatalardan mümkün olduğu kadar korunması için yılların birikiminden yararlanarak böylesine güzel bir eser ortaya koymuştur. Eser Türk gençliği tarafından en çok aranan ve okunan eserlerden biri olma özelliğini hâlâ taşımaktadır. Eser 5 bölümden oluşur. Bunlar; ‘Başarılı Olma Yolunun Tehlikeleri ve Düşmanları’, ‘Başarılı Olmanın Şartları’, ‘Terbiyenin Ruh ve Karakter Üzerindeki Tesiri’, ‘Muvaffakiyet ve Verimli Çalışma’, ‘Çalışma Hayatının ve Umumiyetle Muvaffak Olmanın Kanunları’ şeklindedir. Alıntılar şöyle:
Arkadaşın kötüsü çalışanlardan rahatsız olur, muvaffak olanları hiç belli etmeden kıskanır, muvaffak olmayı küçümsemek ve alaya almak suretiyle intikam alır. Seni kendine benzetmek ve kendi düştüğü çukura sürüklemek için başvuracak çare arar. Sözleri ile ve yaşayış tarzı ile manevi enerjini kırar ve sende haince bir ruhi gevşeklik yaratır. Sözün kısası, inan ki kötü arkadaş bir gencin hayatında rastlayacağı en büyük bahtı karalıktır. Hele tembellikle arkadaşın kötüsü birleşir de yakana ikisi birden yapışırsa, her biri bir ömre yeten bu iki şerir (kötülük işleyen) düşmandan kendini kurtarma çok güç olur. (s.22)
Genç okuyucum! Başarılı olma yolunda rastlayacağın başlıca düşmanlar; başta tembellik olmak üzere, kötü arkadaş ve kötü örneklerdir. Bu arada kötü kitap ve kötü hocanın sana yapacağı kötülükten de bahsetmek ve seni bunlara karşı da uyandırmak gerekir. Senin elinde bütün bu düşmanlara karşı koyacak kuvvetli iki silahın var: İradeli olmak ve çalışmak. Şu halde, mesele, iradeyi terbiye edip iyiliğin hizmetinde kullanmakta ve çalışmayı verimlendirmenin yolunu ve yöntemini bilmektedir. Bence senin her şeyden evvel muhtaç olduğun bilgi budur. (s.24)
Halletmediler bu lugazın sırrını kimse / Bin kafile geçti hükemadan, fudaladan. (s.30)
Sigara ve alkol alışkanlıkları ilk sigaradan ve ilk kadehten başlar. Gerçekten huy halini alan ruhsal alışkanlıklar da böyledir. Yalancılık ilk yalandan, dalkavukluk ilk etek öpmeden, iradesizlik ilk zaaftan başlar. Tekrarlandıkça bu hareketler otomatikleşir ve sonunda karşı koyması güç psikolojik bir eğilim ve özellik halini alır. Gerçi ilk günah, çok kere, günahların en büyüğü değildir; amma ilk adım olması itibariyle em mühimidir. (s.50)
Genç okuyucum! Alışkanlıklara doğru atacağın ilk adıma bilhassa dikkat et. İyice düşün ve iradene sahip ol; kötülük yolunun çamuruna basmamaya çalış. Ta ki sonra yağını yıkamak zahmetine katlanmaya mecbur olmayasın. Kumar masasında, meyhane köşelerinde, kahve ve peykelerinde ömür geçiren nice bedbaht görürsün ki, bunlar hep ilk adımın kurbanıdırlar.
Unutmamalıdır ki, terbiyenin bir rolü düşmüşü kurtarmak ise, diğer bir rolü de henüz düşmemişi korumaktır. (s.51)
Özellikle, dini terbiyenin ve Allah sevgisinin huy ve ahlâk üzerindeki paha biçilmez etkisine, tecrübe ve gözlemlerim arttıkça daha kuvvetle inanıyorum. Allah duygusundan ve sevgisinden uzak bir terbiye yalnız fayda ve menfaat düşüncesine dayanır. Fakat din terbiyesi gönüllü, karşılıksız ve ulvîdir. Bu terbiye insanı yükseltir, iyiliği ve adaleti, hiçbir menfaat düşüncesine saplanmadan sevdirir. (s.53)
Çalışma Hayatının ve Umumiyetle Muvaffak Olmanın Kanunları:
*Her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır. Her yer çalışmanın en müsait yeridir.
*Her günün derdi kendine yeter. Bugünün işini yarına bırakma.
*Bir zamanda yalnız tek iş üzerine yoğunlaş.
*Bir işi bitirmeden diğerine geçme. Yarıda kalan iş, başlanmamış demektir.
*Karar verip plan yapmadan çalışmaya başlama.
*Her türlü lazım olan şeyleri karşıla sonra çalışmaya başla.
*Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşmanı gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil. Ve bütün ruhi ve bedenî kuvvetinle kendine işe ver.
*Bir işe başlamadan evvel o işi, en kısa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir surette nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.
*Çalışırken herhangi bir güçlüğü yenmeden geri adım atma. Bil ki, yılgınlık maskeli bir tembelliktir.
*Karşındaki iş yığınını böl, parçala öyle hallet.
*İstikrarlı, ritmik çalış. Uzun süreli çalışmayı bırakma.
*Ne kadar çalıştığın değil, çalıştığın sürede ne kadar iş yaptığın önemlidir.
*Sabret. Damlaya damlaya göl olur. Ve aynı noktaya düşen damlacıklar, zamanla mermeri bile deler.
*Senin için aziz/verimli saatler hangileri ise onları hiçbir eğlenceye feda etme.
*Okuduğun orjinal yazıları yerini ve sahifesini işaret ederek not et, bir yerde topla.
*Gök kubbe altında yepyeni hiçbir fikir yoktur. En yeni fikir eski bir fikrin yeni bir elbise giymişidir.
*Dil bilgisi vasıtadır, asıl gaye fikir zenginliğidir.
*Yalan söyleme. Yalan söyleyen, yakalanma korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir.
*Dost kazanmak için cömert ol. Bil ki hasisin/cimrinin dostu yoktur.
*Gençliğinde iyi arkadaş kazan. Yaşlılıkta kazanılan arkadaşlık sağlam olmaz. Zira paslı teneke lehim tutmaz.
*Düşenin elinden tut. Ta ki sende düştüğün zaman el bulasın. Sözlerin tatlı, tavırların zarif olsun. İnsanın kabası, ısırgan köpek gibidir, herkes tarafından taşlanır.
*Kibirli olma. Kibirli insan sarımsak konan ağız gibidir. Herkesi kendisinden uzaklaştırır.
* Herkesin imrendiği pırlanta gibi kıymet sahibi ol. Korkma, yerde kalmazsın. (s.71)
20.12.2011

Kitap; kendini tanıma, iletişim becerileri kazanma, mutluluğu elde etme gibi kişisel gelişim konusunda yardımcı olan eserlerden birisi. Şunu belirtmek isterim. Kişisel gelişim kitapları bir çok yönüyle var olanın adeta değişik ifadelerle sunumu şeklinde görünüyor. Mesela bu ve buna benzer kişisel gelişim kitaplarındaki ‘kendini tanımak’ ifadesi hadis diye meşhur olan “Nefsini/kendini tanıyan Rabbini tanır” sözünün bir başka şekilde ifadesinden başka bir şey değildir. Yine cemaatleşme tabirini toplumla iç içe olma diye ifade edilmesi de bundan farklı bir şey değil. Yine kişisel gelişim konusunda insanın gücü tükendiğinde nereye sığınılacağı/duanın fonksiyonu da açık bırakılmış. Mutlu olmak için asıl olması gereken, Allah'la olan yakınlığımızı/dostluğumuzu artırmaktır. Bu dostluk ve sevgi arttıkça insan, mutluluk ve huzuru yakalayabilir. Kişinin kendisini ve muhatabını karakter yönüyle tanıma konusunda yardımcı olacak bir eser olarak gördüm ve tavsiye eder hayırlı okumalar dilerim.
Kitaptan alıntılar şöyle: Gerek iş hayatında, gerek özel hayatımızda, hatta kendimizle olan iletişimimizde ‘mutluluk’ büyük ölçüde ‘iyi ilişkiler kurabilme yeteneğimize’ bağlıdır. Herkes çok iyi bir iletişim ustası olmayabilir; ama en azından çevresiyle olan ilişkilerinde bazı bilgileri öğrenerek iletişim çatışmaları yaşamadan hayatını ‘mutlu’ bir şekilde sürdürebilir. İnsanlar arasındaki sürtüşmeler, genellikle kişiler arasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. İnsanların kendi karakterlerini daha iyi tanıyıp anlamaları ve etraflarındaki bireylere iyi iletişimde bulunmaları sonucunda toplum, maddi ve manevi anlamda pozitif değerler kazanacaktır. Unutmayalım ki toplum, bir zincire benzer. Bir zincir, halkasının en zayıf olduğu yerden kopar. Zincirin kopmaması için onu oluşturan her halkanın sapasağlam, güçlü ve mükemmel olması gerekir.(s.11) İnsanlar hayatlarına bir şekil verebilirler; ancak yapılarındaki temel özellikler değiştirilemez. Burada önemli olan, insanların hayatını kişiliklerine ve yapılarının temel özelliklerine uygun olarak nasıl değiştirebileceğimizi bilmektir. Mesela bir eser yapmak istersek, bunun için hammaddeler çeşit çeşittir. Mermer, elmas, granit gibi. Eserimizi oluştururken bunlardan birini seçeriz. Fakat, burada biz bir mermeri aldığımızda ne kadar çabalarsak çabalayalım bunu bir elmasa çevirebilir miyiz? Tabi ki hayır. Biz ancak mermeri alır, zımparalar ve ona bir şekil verebiliriz. Ama hammaddeyi değiştiremeyiz. (s.14) Unutmamalıyız ki gerek toplumda, gerek aile içinde ve gerekse modern organizasyonlar içinde hemen her pozisyonda ‘başkaları ile iyi ilişki kuma becerisi’ başarının çok önemli faktörü haline gelmiştir. Yani iletişimin ‘olmazsa olmaz’ı insanlarla iyi ilişkiler kurabilme becerisidir dersek abartmış olmayız. Bu beceri de insan karakterlerini tanımaktan geçiyor. Kendimizi anlamamız, gerçekten kim olduğumuzu, neden böyle davrandığımızı, olumlu yönlerimizi, onları nasıl güçlendireceğimizi ve olumsuz yönlerimizle, onları nasıl olumluya çevireceğimizi bilmek, bu karakter özelliklerimizi bilmemizden geçiyor. Kendimizi tanımadan, kişiliğimizi geliştirmeden başkalarıyla geçinmeyi öğrenemeyiz. İçimizdeki kaynakları fark edip en iyi şekilde kullanmayı bilirsek potansiyelimizin boşu boşuna akıp giden bir su gibi ziyan olmasına da izin vermeyiz. O suyun önüne bir baraj yapar ve onu kendi lehimize kullanabiliriz. Böylece hayatı ve insanları olduğu gibi kabul edecek ve aslında farklılıkların bir yap-bozun küçük parçalarının yerine konduğunda meydana getirdiği anlam gibi çok şeyler ifade ettiğini fark edeceğiz. Parçalar farklı ve bu farklılık iyi bir şey; çünkü bizler puzzle’ı ancak bu farklı parçalarla bütünleştirebiliriz. İnsan başkalarının karakterini tahlil etmeden önce kendi karakterinin özelliklerini, olumlu ve olumsuz yönlerini yakından tanımak zorundadır: Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsin/Bu nice okumaktır.’(s.15-16) İsmail Dümbüllü bir gün sahnedeyken bir seyirci sahneye salatalık atar. Dümbüllü salatalığı eline alır, seyircilere döner ve şöyle der: ‘Biri kartvizitini gönderdi.’(s.42) Bir gün Metin Şentürk’ün ayağı kırılır, sargılar içerisinde ayağını uzatmış oturuyorken bir tanıdığı ziyarete gelir ve sorar: Nasılsın Metin? Metin Şentürk kendine has üslubuyla cevap verir: ‘Kör topal idare ediyoruz abi!’(s.96) Motivasyon, en basit tanımlama ile bir kişiyi harekete geçirmeye ve bir şeyler yapmasını sağlamaya yarayacak teşvik edici unsurdur. Motivasyonun iki yönü vardır: Birincisi istediğimiz sonuçlara yakınlaşma niyeti; ikincisi ise istemediğimiz sonuçlardan uzaklaşma niyetidir. Buna göre motivasyon: a.Acıdan kaçınma yönünde b.Zevk duyma yönünde gerçekleşir.(s.105) Hangi karakterden olursanız olun her bir karakterle uyum içinde yaşamanız mümkündür. Önemli olan hangi karaktere sahip olduğunuz değil, diğer karakterdeki insanları tanıyarak onlarla ne derecede uyum sağladığımızdır. Eğer herkesi kendiniz gibi görüp size davranılmasını istediğiniz gibi davranırsanız iletişimde başarılı olamazsınız. İletişimin altın anahtarlarından biri, karşınızdaki kişiye onun arzu ettiği gibi davranmaktır.(s115) Hangi karakterde olurlarsa olsunlar insanlar hata yaptıklarında onları eleştirme eğilimi hepimizde vardır. Ancak önemli olan, eleştiriden ziyade bu eleştiriyi nasıl yaptığımızdır. Eleştiriden maksat, kişiyi incitmeden yaptığı hatalı davranışı ona anlatmak ve bir daha yapmamasını sağlamak olmalıdır.(s.126) Unutmayın ki hayatta iki şey paylaşıldıkça çoğalır: Bilgi ve sevgi.(s.127) İnsan hayatı toprak, su, ateş ve hava karışımıdır. 4 farklı karakter aslında bu 4 elementte gizlidir. Önemli olan bu dört elementin ortaya çıkardığı özelliklerimizi insanların yararına kullanmaktır. Unutmamamız gereken, bu dört farklı karakter yapısının her insanda olduğudur. Önemli olan da kişinin kendi baskın karakterini tanıması, eksik ve güçlü yönlerini bilerek hareket etmesidir.(s.136)