Sosyalizm, edebiyat, roman, şiir üzerine yazılmış güzel bir çalışma... Durduğu yerden durduğu yerdekileri eleştirebilen biri Attila İlhan... Sempatizanlık, fanatiklik duygularından sıyrılarak özdeğerlendirme yapabilen nadir bir aydın... Kitap okumaya dair bir yazısında da şöyle diyor:
Çok yıl oluyor: Geceleyin otelime gelip, beni Maksim Gorki'nin ünlü romanı Klim Samgin'e dalmış bulan İzmirli dostum, neredeyse azarlamıştı, demişti ki:
"... yahu nedir, Paris'e gelmişsin, iyi kötü Fransızca patırdıyorsun; oturduğun otel, şehrin en civcivli semtine iki adımlık yerde; bunun tadını çıkaracağına, oturmuş roman okuyorsun!.."
Evet, aynen dediği gibi yapıyorum; daha önce de öyle yapmıştım, daha sonra da: Roman ya da şiir, yani kitap okumayı, 'asıl' hayatın dışında sayan dostuma, nedenini anlatamazdım; anlatsam da, anlar mıydı, doğrusu kuşkuluyum. Oysa edebiyat hayatın içindedir, kendisidir; yekdiğerini iyi anlamak ya da yaşamak, ancak ikisini bir arada götürmekle mümkün: Paris'in tadını çıkarmasına çıkarırdım ama, Carco'dan Colette'e, Zola'dan Proust'a, Creven'den, MacOrlan'a sürü sepet yazarın kitabını okumuş olmasaydım, acaba aynı tadı alabilir miydim? Hiç sanmıyorum.
Okumanın yeri ve zamanı yoktur, bir kitap medeniyeti olan Batı Avrupa bunu çok iyi anlamıştır; gören bilir, kahvede, parkta, sokakta, metroda ve plajda hâsılı her yerde okurlar; belki görmüşsünüzdür, TV5 yayınlarında, hemen her programda -hatta 'haberler'de- mutlaka bir kitaptan söz edilir, yazarı da orada bulunur, konuşurlar. Eğer, kitabı 'boş vakit geçirmek' ya da 'eğlenmek' için okumak uygundur diye alıyorsanız, yanlış bir yoldasınız; çünkü sanayi toplumu insanı öyle meşgul edici toplumdur, 'eğlence' diye öyle çeşitli fırsatlar ve imkânlar sunmaktadır ki, zaten ne o vakti ayırabilir ne de o keyfi tadabilirsiniz.
Unutulmaması gereken ders, bence şu: O toplumu da, onun abes (saçma/absurde) ya da beşeri olmayan niteliklerini anlayabilmemiz de, ancak kitap okumakla mümkündür.