Hayatı, fikirleri ve icraatlarıyla M.A.Ersoy’a benzetilen ünlü düşünür Muhammed İkbal’in türlü makalelerinden oluşan bu eserde bir kez daha İkbal’in alanına hakimiyetine şahit oldum…
İkbal’i evrensel anlamda bir isim yapan hiç şüphesiz onun iyi bir gözlemci olması, kendi kültürünü,tarihini iyi bilmesi ve bununla yetinmeyip dünya çapında geçerli felsefî akımlara da hakim olabilmesidir.Kendi kültürünü, batı kültürüyle ustaca harmanlayıp parlak ve özgün fikirler öne sürebilmek, onun gibi çok yönlü düşünebilmeyi ve geniş bir vizyona sahip olmayı gerektirir.
‘‘Siyasî Ve Sosyal Düşünce, İlim Düşüncesi, Felsefî Ve Tasavvufî Düşünce ve Sanat Düşüncesi ’’ başlıkları altında dört kısımdan oluşan eseri okuduktan sonra İslâm’ın temel meseleleri, Müslümanların modern çağdaki konumu, yaşanan medeniyet buhranı v.b konularda fikirler edinebilmek mümkün. Yalnız her ne kadar sunumda yazarın çok sayıda öneri sunduğu söylense de – ki bazı önerilerde bulunduğu kesinlikle doğrudur ve makaleleri yazmasındaki sebebin samimi olarak öğütler verip Müslümanlara yol göstermek olduğuna inanıyorum- yazarın, mevcut durumun tahlilini öncelediğini düşünüyorum.
1. kısımda İkbal siyâsî ve sosyal düşünce hakkında yorumlar yapmakta ve bunları sistematik bir şekilde sunabilmekte. Müslümanların siyâsî tutumlarını şematikleştirerek İslam Tarihi’nden de rivayetlerle destekleyip okura tutarlı olarak sunmakta. Dikkat çeken bir unsur da gerek bu bölümde gerekse diğer makalelerde yazarın –Müslüman kimliğine rağmen-objektif ve eleştirel bir tavır çabasında olmasıdır. Nitekim bu kısmın bir bölümünde yazar şöyle söylemekte :
‘‘ Dînî bir sisteme yaklaşılırken başvurulacak 3 temel bakış açısı vardır: 1.si üstadın bakış açısı ; 2.si yorumcunun bakış açısı ; 3.sü ise eleştirel araştırmacının bakış açısı…’’
Ardından fikriyat ve tatbikatı uyum içinde olan başkalarını da bizzat örnek olmakla eğiten bir üstad olamayacağını, yine mükellefiyetini yerine getiren akıl sahibi fakat belli varsayımları, hiçbir zaman sorgulamadığı hakikati eksene alarak yorum yapan bir yorumcu da olamayacağını, böyle olduğunu iddia edemeyeceğini belirterek şöyle devam ediyor :
‘‘ Eleştirel bir araştırıcıyı karakterize eden zihin durumu ve tutumu, esas itibarıyla, üstadın ve yorumcunun zihin durumundan farklıdır.Eleştirel araştırmacı, araştırma konusuna bütün varsayımlardan bağımsız olarak yaklaşır ve tıpkı bir biyoloğun bir hayat formunu ya da jeoloğun maden parçasını incelemesi gibi dînî bir sistemin organik yapısını anlamaya çalışır.’’
Fakat Müslüman bir düşünür olan İkbâl’in makaleleri –en azından bu eserdekiler- incelendiğinde eleştirel, yansız bir tutum çabası içinde olduğunu müşahede etmek mümkün olsa da bu gayeye ne kadar muvafık olduğu tartışılır ; şahsen bu hususta tatmin edici bir performans göremedim.
İkbal’in bu çabasına saygı duymakla beraber Müslüman düşünürlerin ya da herhangi bir değere (din ya da bir tasavvura ) sahip kişilerin bu çıkmazdan sıyrılmalarının çok zor olduğunu sanıyorum. Zira sınırlı kabiliyetlere sahip, ‘sınırlı’ insan, ‘bilgi’si ne olursa olsun ‘mutlak hakikat’ e ulaşmak için yine sınırlandırılmış olan aklını kullanır ve ister istemez gerçeği kendi düşüncesine indirgeyerek sınırlandırmış olur. Aşırı septik bir tutum olarak karşılanabilir ama entelektüel çabasında olan düşünürlerin en başta şüpheci olması gerektiğini sanıyorum. Kendinden ve tüm bildiklerinden kaçan bir sürgün kadar…Zira E.Said ‘Entelektüel’inde şöyle der :
‘Askıda kalmaya çalışan sürgün için bile gerçek bir kaçış yolu yoktur çünkü bu arada olma durumunun kendisi bile sahteliğinin üzeri zamanla örtülen, insanın kolayca alışabileceği katı bir ideolojik konum, bir tür mesken haline gelebilir.’
Yine 1.kısmın 5.bölümünde çok güzel tahliller yer almakta.Bu makaleden İkbal’in İslam düşüncesini yeniden inşa çabasını ve ümmet ruhunun canlandırılması isteğini görüyoruz.Bu amaçla yazar dînî ve sosyal mezhepçilikleri kınayarak şu müthiş sözleri sarf ediyor :
‘Hakikatin bizatihi kendisinin varlığı tehlikede olduğu zaman hakikatin yorumları uğruna savaşamayız…’
3. kısma İkbal , ‘İslam Ve Mistisizm’ makalesiyle başlar ve şunları söyler :
‘‘Kadim dünyanın entelektüel tarihi size, bütün çağlardaki dekadansın (çürüme ve çözülme) bu kendini mistifiye etme ve bu nihilizm sığınağına sığınmaya çalıştığı önemli gerçeğini gösterecektir.’’
Çözümün bu tür mistik, gizemli nihilist tuzaklarda yok olma değil, tevhid akidesinin yeniden hayata, düşünce, sanat ve siyasete çeki düzen verebilmesinde gizli olduğunu belirtir ve bu konudaki cümlelerini şöyle bitirir :
‘‘ Müslüman Gençler! Bu mistifiye ediciden sakının! Burnu boğazınıza çökecek kadar uzun bunun! Persçiliğin sislerinden çıkın ve Arabistan yarımadasının o parlak güneşine doğru koşun..!’’
3.kısmın bu ilk makalesi ne kadar anlaşılırsa maalesef sonraki bölümleri de o kadar muamma ! İktisat ve felsefe tahsili yaptığını ve hukuk da okuduğunu bildiğimiz İkbal bu bölümlerde Avrupalı ve Doğulu filozofları mukayeseli bir tahlile girişiyor.Kâh Kapila, Sankaraçarya gibi özgün Hint filozoflardan , kâh Hegel ve Kant’tan bahsediyor…İslam felsefesine sıra gelince de Abdülkadir Geylânî’nin İnsan-ı Kâmil adlı eserini baz alıyor…Fakat fikirlerini sistematik bir bütünlük içinde –ki haklı- sunamadığını iddia ettiği A.Geylânî’nin durumuna kanımca kendisi de düşüyor.Çünkü bu bölümler gerçekten de çok muğlak.Bu, yazarın yoğunlaşmayı tercih ettiği eser ve konunun zorluğundan kaynaklanıyor olabilir.Yine konunun kendi hakim olduğu alan olması ve çeviri hataları da eklenince bu bölümlerin anlaşılması daha bir zorlaşmış.
Kitap, ‘Sanat Düşüncesi’ adlı kısa ama öz bir makaleyle sona eriyor.İkbal’in bu eseriyle okurlara çok sayıda istifadeler sunduğunu düşünüyorum.Ve tüm kitapseverlere naçizane tavsiye ediyorum.