“Bugün anne öldü. Belki de dün, bilmiyorum.”
1942’de yayımlanan "Yabancı", yazarın edebiyat dünyasına asıl girişini sağlayan yapıtlardan biridir. Albert Camus, "Yabancı" sayesinde insanın dış dünyadan kopuşunu bizlere aktarıyor.
Romanın baş kahramanı Meursault’un topluma, kendine, her şeye yabancılaşmasını okuyoruz. Kitap, annesi Bayan Meursault’un ölümü ve cenaze işlemleri ile başlıyor. Özellikle, annesinin ölümüyle ilgili olan bölümlerdeki Meursault’un kayıtsızlığını oldukça hissedebiliyoruz. Annesinin cenazesine gitmeye zorlanması, gözyaşı dökmemesi, gömüldükten sonra mezarının başında hiç durmaması ve eve dönme isteği gibi şeylerin ileride toplum tarafından yargılanmasına yol açtığını görüyoruz.
İlk bölümde kitap, çok ilgi çekici gelmese de; ikinci bölümde kendini okura açıyor. Meursault’un ölüme giden yoldaki düşüncelerine tanık oluyoruz. Okurların da dikkatini çekeceğini umduğum bir bölümü paylaşmak istiyorum:
“Eh, ne yapalım, o halde öleceğim. Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdır. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Aslında, doğal olarak başka kadınlar ve başka erkekler yaşamaya devam edeceklerine, üstelik bu binlerce yıl böyle sürüp gideceğine göre, ha otuz yaşında ölmüşsün ha yetmiş; bir önemi olmadığını biliyorum. Uzun lafın kısası; bu, gün gibi ortada. Ha bugün olmuş ha yirmi yıl sonra, neticede ölen yine ben olacaktım. Bu noktada, akıl yürütmemde beni biraz huzursuz eden, yirmi yıl daha yaşama fikrinin kalbimi dehşetli bir hop ettirmesiydi. Ama bu hissi bastırmak için tek yapabildiğim, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığında, düşüncelerimin ne olacağını hayal etmekti. Nihayetinde madem ölüyoruz, nasıl ve ne zaman olduğunun ne önemi var, orası aşikâr.” (s.102)
Meursault, ikinci bölümde yani suçlandığı yerlerde olaylara müdahale etmiyor. Bazen etmek istese de yanlış anlaşılacağını biliyor ve susuyor. O yüzden mahkemede suçundan çok kayıtsızlığı yargılanıyor. Özellikle toplumun beklediği yorumları ve savunmayı yapmaması kötü sonuçlara yol açıyor.
“Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu. Bazen içimden herkesin sözünü kesip, ‘Bir dakika, burada sanık kim? Sanık olmak önemli bir şey. Benim de söyleyeceklerim var!’ demek geliyordu. Ama şöyle bir düşününce, söyleyecek bir şeyim yoktu aslında. Kaldı ki kimsenin insanları meşgul etmekten uzun süreli bir çıkar elde edemeyeceğini kabul etmem gerek.” (s. 90)
Kitapta ilgimi çeken şeylerden biri de kişi yargılanırken hukukun işleyişini de görebilmemiz. Hakimlerin, savcıların, avukatların ve halkın tutumunu sanki biz de oradaymışız gibi takip edebiliyoruz.
Son olarak "Yabancı", sade bir dille yazılmış olsa da bazı yerlerde durup insanı düşünmeye sevk ediyor.
Herkese iyi okumalar.