"Başlangıçta Söz vardı ve Söz Tanrı Katındaydı.."
Umberto Eco, kuşkusuz, ülkemizde en çok okunan yazarlardan biridir. Kendisini birçoğumuz romanları ile tanımış olsa da özellikle "Orta Çağ estetiği" ve "semiyotik/göstergebilim" konularında da uzman olduğunu hatırlatmamız gerek. Tüm bunların yanında, yine birçoğumuzun bildiği gibi, çok ciddi editörlük çalışmaları da bulunmaktadır ki bu çalışmaların bazıları ülkemizde de yayınlanmış bulunuyor.
"Gülün Adı" Umberto Eco'nun romancılığı ile tanışma fırsatı bulduğum ilk eseriydi ve birçok kez kendimi içerisinde bulunduğum "geç kalmışlık" hissini bu kitabın satırlarını okurken de yaşadığımı itiraf etmeliyim. Kitap o kadar akıcı ve muhteşem bir kurguya sahipti ki 700 küsür sayfalık kitabın nasıl bittiğini anlayamadım. Sanıyorum bu iştahın bir sebebi de kaliteli çeviri olacak, çünkü kitabın çeviri olduğu gerçeğini unuttuğum zamanlar oldu. Yeri gelmişken çevirmen "Şadan Karadeniz"e teşekkürlerimizi sunmayı unutmayalım!
Romanımızın (ne kadar da çabuk sahipleniyorum!) zaman, mekân ve olay kurgusu olarak; Orta Çağ'da bir "Benedikten Manastır’ında” yaşanan birden çok cinayeti konu edindiğini ve tüm bunların harmanlanması ile ortaya çıkan bir Orta Çağ polisiyesi olduğunu söyleyelim. Aynı zamanda romanın geçtiği zaman diliminin Papalık ile İmparatorluk arasında ciddi problemlerin yaşandığı ve özellikle Kilise’de bazı değişimlerin ve ciddi yozlaşmaların (s.389) yaşandığı tarihlere denk getirildiğini ifade edelim. Ana karakterimiz olan William’ı belki bu değişimin bir ürünü olarak görmek çok da mantıksız olmaz. Bu anlamda Orta Çağ Avrupa'sı, tarihi ve Hristiyan yaşamına dair (özellikle keşiş ve rahip gibi görevlilerin gündelik hayatı vb.) muhteşem detaylar (Orta Çağ’da bir Manastır’ın yeme içme kültürüne dair s.147’de verilen anlatı gibi) ve bilgiler sunulduğunu ifade edebilirim. Elbette kitap tür olarak bir Roman olduğundan yukarıda bahsi geçen tarihi arka plan tüm bölümlere yedirilmiş vaziyettedir. Özellikle kitap ve muhtevası hakkında, Şadan Karadeniz’in, giriş yazısını (s.15-19) es geçmemenizi öneririm. Tekrar Manastır’a gelecek olursak, mekân o kadar iyi betimlenmiş ki (kitabın içerisinde Manastır'a ait mimari bir plan da bulunuyor s.12-13) gerçekten oradaymış gibi hissediyorsunuz. Elbette bu durum anlatımın gücünü de gözler önüne sermesi noktasında önemli. Ayrıca, yanlış bilmiyorsam, burada geçen Manastır bir kurgu değil, yani mekânımız gerçek ve günün birinde görme şansımız olabilir! Romanın içeriği ile alakalı olarak son birkaç naçizane yorum daha yapacak olursam; kitabın bölüm yerine "gün" şeklinde (1. Gün vb.) gittiğini ve bu tercihin çok ilgi çekici olup, merak uyandırdığını söyleyebilirim. Ayrıca hemen her sayfasında Latince deyişlere rasgelebilirsiniz. Önemli bir hatırlatma olarak, okumayı kolaylaştırması ve daha yararlı bir hale getirmesi adına yanınızda bir sözlük bulundurmanız faydalı olabilir. Yazar "sanat" ve "mimari" ile alakalı bazı terimleri (s.53’de geçen “aedificium” vb) kitap içerisinde bolca kullanıyor ve sözlük bu noktada işinize yarayacaktır.
Son olarak kitabın, başrollerde 2020'nin sonlarında hayatını kaybeden Sean Connery'in de olduğu, bir film uyarlamasının da (1986) olduğunu ekleyelim. Ancak, kitabı okuduktan sonra filmini izlemenizi tavsiye ederim (tüm kitaptan uyarlanma filmler için bu yorumum geçerlidir). Can Yayınları'na, Şadan Karadeniz'e ve kitabı bizlere ulaştıran kitapyurdu ekibine çok teşekkür ediyorum.
Herkese bol kitaplı, sağlıklı günler!