İttihatçılığa bir güzelleme.. Enver Paşa’ya bir tezkiyename.. Yorumcu arkadaşlara katılıyorum: Bu ayrıntılarla yüklü cüsseli kitabı okumakla evet Enver Paşa tanınır. Fakat tanıyacağınız Enver’i sever misiniz, o ayrı. Bendeniz sevmedim.
Yazarın tarihçilerde görülen ve tevekküle benzeyen cebrî bir rahatlıkla “Olacak olan olmuştur. Bütün bunlar tarihin ortaya koyduğu olaylar ve kişilerdir; devletler yıkılıyorsa da kalkınıyorsa da halktandır” derken ıskaladığı temel bir kaide var: Tevfik Hak’tansa muvaffakiyet halktandır; muvakkafiyetsizlik halka değil başta olana irca olunur efendim. Onun için bir topluluk başarılıysa lideri çıkar, nefsine pay çıkarmadan vesile olanlara teşekkür eder; başarısızsa da istifa eder, şerefi varsa. Ama biz kahramanlara meraklı bir millet olduğumuz için kaideyi ters-yüz edip muvaffakiyeti lidere muvaffakiyetsizliği halka, olaylara, şansa, -ve haşa- kadere yüklüyoruz.
Yazarı açıkça “Abdülhamid’den 100 sene sonra bugün bile yine öyle düşünen rahatsız genç subaylar var. Enverciği mazur görünüz” diyerek ne kadar tezkiye etmek isterse istesin, onun önce anayasa gelsin diye dağa çıkarak, sonra 31 mart oyununda hareket ordusunda, nihayet Babıali baskınında önderlik yapmış halis bir DARBECİ olmasının üzerini örtemez. Evet ordunun siyasete müdahalesi geleneğini o icadetmedi ama ÜÇ darbesiyle bunu öyle semirtti ki Balkan bozgununun en büyük sebebinin ordudaki siyasi cepheleşme olduğunu herkes kabul ediyor. Tek parti, demokrat, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 şubat, 27 nisan... Ve teşebbüs halinde kalan sayısız cuntalar, çeteler… Bu rahatsız askerler ve siyasiler arasında bir yola dönüşmüş. Enver’in ittihatçı ruhu atılmış olduğu geri dönüşüm kutusundan çıkan bir hayalet gibi hala peşimizde.
“Damad-ı Halife” ünvanını kullanarak Trablusgarp’ta, Türkistan’da hamiyetli milislere nasıl kumandanlık yaptığını övmekle, yine damatlık dolayısıyla tecrübe ve liyakatinin çok üzerinde bir şekilde, özel kanunla, 34 yaşında Paşa ve Harbiye nazırı olduktan sonra son derece hassas dönemlerde ülkede yönetimi ele alıp bir oldubittiyle padişahın, sadrazamın dahi haberi olmaksızın alelacele Harbi Umumi’ye sokarken ölen milyonlarca candan aldığı vebali hiç kimse masum gösteremez.
Kitapta en çok tahşidat yapılan husus savaştan kaçınmak da tarafsız kalmak da mümkün değildi fikri. Diyelim öyledir, bırakınız herşeyden çok sevdiği Devlet-i Alî’nin “Enverland” diye anılacak hale gelmesini, savaşı yönetirken koruyamadığımız sınırların ötesine (Kanal’a, İran’a, Kafkasya’ya) taarruz ederek düşmanın menfaati olmadığı halde işgaline sebep olduğu kutsal toprakların, parça parça olan ülkelerimizin, Ortadoğuda dinmeyen kanın hesabı hala diğer ittihatçılarla beraber onun amel defterine yazılıyor.
Savaştan sonra hop Berlin’de hop Moskova’da görüyoruz Enver’i. Yenilen pehlivan güreşe doymaz fehvasınca koşturmuş. Başka iklimlerin dertleri için icadedilmiş devaları bünyemize tatbik etmeye çalışan o meş’um zihniyetten hayatı boyunca kendini kurtaramamış; eksensiz, kıblesiz gah halaskarzabitancılıktan, gah osmanlıcılıktan, islamcılıktan, ihtilalcilikten, milliyetçilikten hatta bolşeviklikten dem vurmuş, medet ummuş. Bir liderde en başta bulunması gereken bilgi, tecrübe ve teenniden yoksun pembe hayalperestliği ile giriştiği işler indiilahide o raddeye ulaşmış ki gayretullaha dokunarak her tutunduğunun kuruduğunu, her kurduğunun solduğunu hayattayken görmüş. Korumak için canını vereceğini söylediği saltanat ve hilafetin zayiine sebebiyeti de cabası.
Şehit midir? Allah katında öyle olmasını umalım. Yoksa işi zor.