“Kendi istek ve tutkularını ilah edineni gördün mü?”
Birey üzerinden irade zafiyetinin, toplum üzerinden ise yaygın riyakârlık, menfaatperestlik ve kısa yoldan köşeyi dönme anlayışı gibi bazı ahlaki sorunların ele alındığı bir eserdir.
Eser tesadüflere dayalı kurgusundan ziyade konusuyla dikkati çekmektedir. Konunun çekiciliği ve çarpıcılığı da kurguya dair eksiklikleri gidermektedir. Bu bağlamda eserin kurgu bakımından bir fevkaladeliği olduğu söylenemez. Belki de kurgudaki en önemli sorun tesadüflerin fazlalığıdır.
Eserde olaylar 1930’lu yılların sonlarında İstanbul’da geçmektedir. Postanede bir yakınının iltimasıyla işe giren Ömer, Darülfünundan mezun olamamış, hakikatleri görme ve anlama kapasitesi olmasına rağmen kolayca yönlendirilebilen ve okumaya, hayatın anlamını sorgulamaya meraklı bir tip. Arkadaşı Nihat ile bir gün vapurda giderlerken gördüğü Macide’ye kendini kaptırır. Macide ise Balıkesir’den gelmiştir. Emine teyzesinin yanında kalmakta ve müzik eğitimi almaktadır. Ömer de Emine teyzeyi uzak akrabalarından biri olması nedeniyle tanımakta, zaman zaman evlerinde yatıya kalmaktadır. Macide’ye gönlünü kaptırması üzerine Ömer, Emine teyzeyi daha sık ziyaret etmeye başlamış ve Macide ile yakınlaşmayı başarmıştır. Macide’nin eve geç gelmeye başlaması ve babasının da ölmesi üzerine masrafları için gönderilen para kesilir. Eve yine geç geldiği bir akşam sorguya çekilmesi Macide’ye ağır gelir ve gizlice evden ayrılır. Ömer ile karşılaşan Macide onun tek kişilik odasında yaşamaya başlar. Ömer de artık Macide’yi karısı olarak tanıtır. Çok geçmeden Orhan Veli’nin “Bırakmıyor son gördüğüm/Bırakmıyor geçim derdi.” dediği dert ikiliyi sarsmaya başlar. Zaman zaman iş yerindeki veznedara borçlanan Ömer, arkadaşı Nihat vasıtasıyla farklı bir arkadaş çevresiyle iç içedir. Bu çevre basit fikri çıkarımlarla insanlara hükmetmeyi ve menfaat sağlamayı hedefleyen bir grup olup tarih, kültür ve sanatla ilgili görünmesine rağmen bunlar daha çok bir perde olarak kullanılmaktadır. Bu arkadaş çevresi, basit fikrî çıkarımlarla insanlara hükmetmeyi ve menfaat sağlamayı hedeflemektedir. Ayrıca bu çevrenin kamunun önündeki yaşam tarzı ile yaşadıkları hayat da birbiriyle çelişmektedir. Bir tarih, kültür ve sanat etkinliğinden sonra sabahlara kadar İstanbul’un eğlence mekânlarında haz peşinde koşmaktadırlar. Ömer, Darülfünundan hoca ve arkadaşları olması nedeniyle bu çevrenin etkinliklerine katılmakta, hatta bazı fikir tartışmaları Ömer’in kaldığı evde yapılmaktadır. Geçim derdi Ömer’i son derece zorlamakta ve kendini farklı arayışlara yönlendirmektedir. Önceden aklından bile geçmeyen şeyler kolayca fiiliyata dökülmektedir. Bu durum iş yerindeki samimi olduğu veznedardan tehditle para almaya kadar varmıştır. Macide de artık Ömer’le devam edemeyeceğinin farkına varır ve bu ilişkiyi sonlandırma kararı alır. Ömer’e bir ayrılık mektubu yazmayı kafasına koyar. Tüm iyi niyetine rağmen bir türlü iradesine hâkim olamayıp istikrarı sağlayamayan Ömer’le yaşamak; tüm sevgisine rağmen artık Macide için imkânsızdır. Balıkesir’deyken Macide’nin müzik öğretmeni olan Bedri’nin ona Ömer’in gözaltında olduğunu söylemesiyle olaylar farklı bir noktaya gider. Macide birkaç defa Ömer’i, Bedri ile ziyarete gider. Ömer de artık bu ilişkinin yürümeyeceğini anlamış, ayrılık kararına varmıştır. Son ziyaretlerinde Macide ile görüşmek istemeyen Ömer konuyu Bedri ile konuşur. İçindeki Şeytan olarak tanımladığı iradesizliğinin artık Macide için katlanılmaz olduğunu belirterek ayrılmak istediğini Macide’ye bildirmesini ve ona yardımcı olmasını Bedri’ye iletir. Ömer tahliye edilir. Artık iradesine hâkim olmaya çalışarak yeni bir hayat kurmaya azmetmiştir.
İrade konusu insanlığın ortak sorunu olup her insanın tabiatına iyi ve kötü yanlar dercedilmiştir. İnsan hangi duygulara tabi olursa o yönde yol almaktadır. Ancak insanın eksiklikleri görerek buna göre bir yaşam tarzı belirlemesi belki de çoğu zaman mümkün olmamakta ve insan bahanelere sığınmaktadır. İnsan bir şey başardığında fail olarak kendini görmeye eğilimliyken olumsuzlukları görmek istememekte veya bunları değişik şeylere hamlederek kaçış yolu aramaktadır. Bu durum Kur’an’da şu şekilde dile getirilmiştir: “Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü?” (Furkan Suresi 24/43). Bu minvalde Şeytan, her kötülüğün sorumlusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Şeytan bir bakıma günah keçisi yapılmakta, sorumluluğu üstlenmeme ve yenilgiyi kabullenmemenin bir yolu olarak görülmektedir. Bu durum sadece bireysel anlamda değil kültürel olarak da yaşayışımızın çeşitli noktalarında karşımıza çıkmaktadır. Örneğin silahla ilgili bir kaza meydana geldiğinde bahane hemen hazırdır: Şeytan doldurdu. Veyahut suç işleyen birine suçu neden işlediği sorulduğunda cevap hazırdır: Şeytan’a uydum. Eserde iradesizlik, tembellik gibi olumsuzlukları Şeytan’a hamleden Ömer de gözaltı sürecinde bir nefis muhasebesi neticesinde gerçeği görür ve asıl Şeytan’ın tembellik, acziyet, iradesizlik, bilgisizlik ve hakikatleri görmekten kaçma alışkanlığı olduğunu acı bir şekilde anlar.
Eserde toplumsal değerler bağlamında ileri sürülen eleştirilerde gerçek kişilerin ve bir grubun hedef alındığı iddiası bağlamında Selim İleri’nin giriş yazısında belirttiği “roman sanatının ‘kurmaca’dan öte değerlendirilemeyeceği” düşüncesine katılmaktayım. Sanatçı yaşadığı toplumdan soyut şekilde düşünülemez, ister istemez gerçek hayatta yaşananlar sanatçıyı etkileyebilir. Ancak bir sanat eserindeki kişi ve gruplarla gerçek hayattaki bir zümre arasında bağlantı kurularak edebi bir eseri tarih kitabına dönüştürmek doğru değildir. Zaten eserdeki grup üzerinden dile getirilen eleştiriler de sadece bir gruba münhasır olmayıp tüm ideolojik gruplarda ve inanışlarda görülebilen durumlardır. Riyakârlık, menfaatperestlik ve kısa yoldan köşeyi dönme anlayışı gibi ahlaki sorunlar tüm toplumlarda ve çağlarda görülen genel sorunlardır. İnsan hakikatten kaçma hastalığının bir sonucu olarak içinde bulunduğu bu ahlaki sorunları, hele de kendisinin bundan bir menfaati varsa, görmez ve görmek istemez. İnanış ve ideolojilerin hemen hemen tamamında bu ahlaki sorunların, sorun olarak kabul edilmesi bu sorunların olgu olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Örneğin Ömer’in gözaltına alınması üzerine söz konusu grubun paçayı kurtaran bazı üyelerinin Macide’yi görmezlikten gelmesi; sadece normal ilişkilerde değil, çok yakın ilişkilerde de görülebilmektedir. Aliya İzzetbegoviç’in ünlü “Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” sözü de bu acı hakikatin bir göstergesidir. Toplumdaki ahlaki sorunlardan bazı gruplar muzdaripken diğerlerinin bundan azade olması düşünülemez. Az ya da çok tüm toplum kesimleri ahlaki sorunlardan nasibini almaktadır. Hz. İsa’nın bireylere yönelttiği “İlk taşı günahsız olanınız atsın!” sorusu toplum kesimlerine yöneltildiğinde hakikat bariz bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ahlaki ilkelere riayetin sağlanmadığı hiçbir grupta başarılı olunması mümkün değildir. Bireysel ve toplumsal ahlak sorunu, tüm sorunların temelidir. Zayıf durumda olanların muktedir olunca nasıl bir zulüm makinesine dönüştüğüne tüm tarih şahittir. Eserde, toplumsal ahlak bağlamında söz konusu grup üzerinden ahlaki sorunlar ele alınmakla birlikte, bunlar yoğunluk bakımından tali düzeyde kalmaktadır.
Eserin dili akıcı ve anlaşılır olup olaylar sürükleyici bir tarzda gelişmektedir. Günümüz Türkçesinde pek kullanılmayan Osmanlıca kelimelerin bir kısmının dipnotlarla anlamlarının verilmesi okuyucuya yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte, bu tür kelimelerin tamamının anlamı verilmediğinden bunlara aşina olmayanların sözlük kullanması gerekmektedir. Bunun yerine eserin sonuna günümüz Türkçesinde kullanılmayan bu kelimeleri içeren bir lügatçe eklenmesi daha uygun olurdu.
Modern Türk edebiyatının bu tanınmış romanında yazım kurallarına en ince ayrıntısı ile uyulması beklenir. Maalesef eser bu bakımdan beklentileri karşılamamakta ve azımsanmayacak ölçüde yazım yanlışı barındırmaktadır. Belki eserin ilk basıldığı 1940’ta yazım kuralları tam oturmadığından veya bu kurallarda değişiklik yapıldığından eserde bu bakımdan yazım yanlışları olduğu ileri sürülebilir. Günümüzde geçerli yazım kurallarına göre, eserde gerekli düzeltmelerin yapılmasının esere müdahale anlamını taşıdığı kanaatinde değilim. Tırnak içindeki ifadelerin sonunda nokta işaretinin kullanılmaması (s. 22, 33, 35,48, 53 vd.) ve bölümlerden sonraki ilk paragrafta satır başı yapılmaması yaygın görülen yanlışlardandır. Ayrıca kelimelerin yazılışında önemli miktarda yazım yanlışı bulunmaktadır: (rahmana/ Rahman’a; Ermeninin/ Ermeni’nin; küçükbey/ küçük bey; apteshane/ abdesthane; allahaısmarladık/ Allah’a ısmarladık; ortamektep/ orta mektep; sumen/ sümen; yarabbi/ ya Rabbi; aybaşı/ ay başı; koltukaltı/ koltuk altı; hamt olsun/ hamdolsun; karıkoca/ karı koca; Laotse/ Lao Tse vd.)
Eser, bireysel ve kısmen toplumsal düzeydeki sorunların edebi olarak ifade edilmesi bakımından önem arz etmektedir. Toplumsal ahlakın yerleşmesinde bireyin kendini bulması ve gerçekleştirmesi, sürüden olmadığını fark etmesi ve menfaat odaklarının oyuncağı olmaması bağlamında bireysel düzlemde iradeye ket vuran engellerin görülmesi ve “büsbütün başka bir hayat” talep edilmesi için eserin yakın tarihin karanlık hadiseleri de göz önünde bulundurularak ibretle okunması gerekir.