Dokuz Sekizlik roman
Ayfer Tunç’un okuduğum bu ikinci kitabını 2009 yılında ilk çıktığı aylarda alıp, isimlerin kalabalıklığı ve sayfaların adeta sonsuza uzanması nedeniyle ürkmüş, dev eseri bırakmıştım. Yazar gerçekten altından kalkmanın çok zor olduğu bir yöntemle adeta bir Türkiye romanı yazmış. Hayali bir Karadeniz şehrinde bir ruh hastalıkları hastanesinde yatan hastalar, hastanenin doktorları ve diğer hastane çalışanlarının zaman ve mekân olarak tee uzaklara gidip gidip gene hastaneye dönen hikâyeleriyle şahikalar mertebesinde bir roman ortaya çıkmış. Birçok yazarın böyle bir kitap yazdıktan sonra “Daha ne anlatayım?” diyerek roman nadasına girebileceğini düşündüm. Bir 14 Şubat sabahı başlayıp yılları ve yolları dolanıp, aynı güne birkaç kere daha uğrayıp gene aynı Sevgililer Günü ustaca bir finalle nihayete eriyor. Ayfer Tunç’un yapıtı beyaz bir kâğıdın üzerine rastgele yüzlerce nokta koyup onları bir çocuk rahatlığıyla daireler çizerek birleştirmeye, her noktanın üzerinden en az iki üç kere geçmeye ve sonunda kâğıdı kaldırıp baktığınızda birbiriyle iç içe geçmiş onlarca edebi daireden oluşan biraz komik, biraz melankolik karakalem resimle karşılaşmaya benziyor. Her ne kadar, mesela dört yüz sayfa olsaydı da değerinden bir şey kaybetmeyecek bu büyük hikâyedeki hiçbir karakter boşlukta sallanmıyor. Romanın adı çok güzel ama ona bir alternatif aramaya kalkacak olsaydık “Boynuz” dememiz yerinde olurdu. Neredeyse her karakter birilerini boynuzluyor, neredeyse her karakter biraz kötücül biraz saf, neredeyse her karakter bir bakıma deli. Evli olanların evliliğinin sürekli sallandığı, gençlerin, bekârların habire yolunu kaybettiği, boynuzların mütemadiyen tokuştuğu, bir Woody Allen senaryosunun yirmi kat büyütülmüşü gibi. 14 Şubat’ta başlayıp aynı gün bitmesi de bir mesaj elbette. Ağırlık libido mevzuları olsa da kafa sağlığı ve tee çocukluktan gelen travmaların hayatları şekillendirdiği acı bir karnaval. Kara komedi, ekşi panayır, kösnül belgesel. Bir erkek çorabı jartiyeri, bir ikona, bir Sadık Hidayet eseri, bir fotoğraf, bir makale, bir powerpoint sunumu, yazılamayan bir tarih, esrarlı bir kek tekrar tekrar başka zihinlerde devinerek bu romanın örgüsündeki sağlam tokalar oluyor. Yazar, kadına ve erkeğe eşit yaklaşıyor, bu takdire şayan. Her ne kadar son yüz sayfasında bazı kısımları atlayarak okusam da, finalden hemen önce hikâyenin sarkması emareleri görsem de toparlayan ve edebi olarak şık finaliyle tam dokuz sekizlik bir roman. Bu bir tiyatro eseri olsaydı, alkışlarken ayağa kalkardım.