Bulantı
Demir Özlü'nün Bunaltı olarak oldukça etkilendiği varoluşçuluk güzellemesi. Töz>öz>varoluş? Felsefem pek iyi değildi lisede, bilemedim.
Antoine Roquentin, yıllar süren yolculuklarının ardından Bouville adlı bir şehirde tarihten mühim bir zatın, Adhémar de Rollebon'un hayatını yazmaktadır, o arada Anna isimli sevgilisini beklemektedir. Anna'yla dünyayı dolaştıktan sonra yıllar süren bir görüşmeme evresinin ardından ilk defa görüşecektir Roquentin, sekiz günlük bir bekleyiş sürecinde biz de neler yaptığını adım adım izleriz, tam anlamıyla. Şehrin sokaklarını adımlar, insanları, eşyaları inceler, kütüphanede zaman geçirir ve bolca düşünür. Çok düşünür, sonra düşüncelerini kayıt almaya karar verir. Günlük tutmaya bu sırada başlar. Kitap bir günlük.
"En iyisi olayları günü gününe yazmak. Onları daha belirgin kavrayabilmek için günlük tutmak. Pek önemsiz görünseler bile, en ince ayrıntıları, en küçük olayları bile atlamamak ve özellikle iyi bir sınıflandırma yapmak. Bu masayı, yolu, insanları, pipo tütününü nasıl gördüğümü yazmalıyım, çünkü onunla başladı değişiklik." (s. 5)
Şimdi eşyalar mı yabancılaşıyor, Roquentin mi? Eşyalar özleriyle değerlendirilmiyor, varlıklarıyla değerlendiriliyor. Fenomenoloji söz konusu değil. Tamamen dışarıdan bir bakışla çatalın değiştiği, çatalın farklı davrandığı, çatalın varoluşunun özden önce geldiği söylenebilir. Zaten bu büyük değişmenin sonuçlarından biri bu sanıyorum; Roquentin'in değişen doğaya karşı farkındalığının da değişmesi, bu kitabın özü. Derken temeli anlamında özü.
Burada düşünmüştüm; canları olmadığı için mi dokunmamalılar, yoksa keşke canlı olsalar da dokunabilseler anlamında bir şey mi? Sonradan görüyoruz ki canlı hayvanlarmış gibi olunca korkulacak şeyler oluyorlar. Belki de töz etkiliyor Roquentin'i bu kadar; algılamanın yanında onların bir ruha, bir devingenliğe sahip olması. Bu devingenliğin bir özneye dayalı olmadan ortaya çıkmayacak olması da adamcağızın problemi. Kendi yarattığı canavarlardan korkan bir çocuk gibi Roquentin.
Eh, yalnızken ne yaptığımızın bizim için ne önemi var ki? Daha doğrusu başkalarıyla beraber yaptıklarımız kadar önemli miyiz kendimiz için? Yalnızken bilincin bizi nereye sürükleyeceğini bilemeyiz, bilmek için öncelikle bunu düşünmemiz gerekir, ancak bunu düşünmek sıkıcıdır. Bulantı getirir beraberinde. Oldu mu? Kaldı ki Roquentin, çokça düşündüğünü sandığı bir insandan ölümüne korkabiliyorsa, adamın yalnız ve düşünen biri olduğunu, hem de 8 yaşındayken düşünüyorsa bize oha demek ve bu farkındalığın yine kendine kapanarak aşılamayacak, nereye adımlanırsa adımlansın sürekli takip edecek bir yalnızlığa yol açacağını düşünmek kalır. Adam 8 yaşından beri varoluş acısı çekiyor.
Bulantı için varoluş acısı diyebiliriz. Kibar kafede içki içerken bir anda bulantı gelir, Roquentin nerede olduğunu, ne yaptığını unutacaktır neredeyse.
Bir serüven izleği var kitapta. Serüven, planlı bir yolculuk değil. İnsanın başına gelen bir iş serüven. "Bir şeyler başlıyor şimdi dersiniz," der Roquentin serüveni anlatırken. Bir içtepidir bu; insan ne olacağını bilmeden serüveni yaşar sadece. Belki ölümüyle sonuçlanacak bir serüven yaşadığını varsayar Roquentin. Yıllar önce yaptığı yolculuklar da bir serüvendir, bu yüzden zamanları belki biraz da özlemle anımsar ama bir yeniden yaşama özlemi değildir bu. O yolculuklar son bulmuştur artık, 1924, 1925, 1926, yazıldıkları süre kadar çabuk geçmişlerdir. Yaşamak böyle bir şeydir Roquentin için. Biri başından geçen bir olayı anlatacağı zaman olayın sonucuna göre anlatır, bir serüvenmiş gibi anlatmaz, bu da zamanın bir bütün olarak ele alınmayışının sıkıntısını doğurur. Proust'un Borges'nin zaman anlayışı Roquentin'de de mevcuttur. Tek bir "an" yaşanmaktadır. Tanpınar'ın bir şiiri var ya, öyle. Şöyle der dayı: "Hayatımdaki anların birbiri ardınca gelmesini, hatırlanan bir yaşamın anları gibi bir düzen içinde birbirini izlemesini istedim işte ben. Zamanı işte bunun için kuyruğundan yakalamaya çalıştım." (s. 63)
Serüven de değişti artık, her şeyle birlikte. Serüven, özü insana göre değişip algılanışı aynı kalan nesnelere bir yolculuktur. Değişimi flu olarak görelim; her adımımızla farklılaşacak olan sokakların, insanların, kuşların, her şeyin bulanık görünüşü insanda neye yol açar? Bildiniz, on puan on puan on puan.