Okurken çölün çoraklığını, durağanlığını, zamanın geçmeyişinin yarattığı iç sıkılmasını içinizde hissediyorsunuz. "Su gibi akarak, bir solukta, heyecanla" okunan bir roman değil Esirgeyen Gökyüzü; ama tuhaf bir şekilde, tam olması gerektiği gibi. Sıkılmadan, ama bir "iç sıkıntısı ile" okuyorsunuz. Karakterlerin ve çölün sıkıntısını içselleştiriyorsunuz.
Doğu kültürünün ve farklılıkların yansıtılışı konusunda zayıf bir kitap. O beklentiyle okunursa tatmin etmeyebilir. Ama ruhsal çölleşmeyi böylesine başarılı metaforlarla betimleyen çok az roman vardır herhalde. Çölde Çay olarak da bilinen (filmi bu isimle çekilen) kitap, okunmaya değer, farklı bir roman, tavsiye ederim.