Islak Kentin İnsanları Hakkındaki Yorumlar

dendiv 31.07.2012
1800'lerin sonlarında başlayıp 1980'lerde son bulan bir ailenin dram ağırlıklı öyküsünü anlatmakta kitap. Beklediğimden oldukça güzel ve akıcı bir dili vardı. Okurken 3 kız kardeşin yaşadığı haksızlıkları, gördükleri şiddeti okurken içiniz öfke ile kabarıyor. Ve insan düşünmeden edemiyor; hep kadınlar ezilmeye mahkum mu bu dünyada? Aile hayatlarını okumayı sevenler için oldukça güzel bir kitap.
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (2)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla
Çepni55 09.07.2012
Kitabın niteliği, başarısı vs. hepsi bir tarafa...
Öncelikle bir Samsunlu olarak Zerrin Koç'a teşekkür etmek isterim. Buhara'dan başlayan bir aile hikayesi var kitapta. Özbek olan bir ailenin 1910'larda Samsun'a göç etmesiyle hikaye yol alıyor. İçinde Samsun olmasından dolayı da olabilir, benim için çabuk okunan bir roman oldu. Şehrin 1912'lerden başlayıp 1986'ya kadar uzanan serüveni bu Özbek ailesinin dördüncü kuşak torunlarına uzanıyor. Ancak oldukça hüzünlü bir serüven bu. Roman için çok başarılı demek mümkün değil, başarısız da denilemez tabii.

Şöyle tarif edeyim, Yaprak Dökümü'nü hatırlayın ve sonra onu Reşat Nuri'nin değil de Kemalettin Tuğcu'nun yazdığını hayal edin... Öyle bir havası var kitabın.

Yazar ölüm temasını çok fazla ve yerli yersiz kullanmış. Romandaki kötüler hep kötü;mesela Feyzi Amca. Mesela mübadil ailenin şirret kızı... Mesela Trabzonlu Sezai Bey, üstelik Sezai çift kişilikli, hatta deli. Pis, iğrenç, Allah inancı da olmayan bir herif.

Üç kız kardeş de anneleri gibi oldukça bahtsızlar.

Samsun'un eski hallerini vermesi oldukça güzeldi. Subaşı, Saathane, Demirciler Çarşısı vs.
Söğütlü Bahçe geçiyor romanda. Mesire yeriymiş eski Samsun'da.

Tarihlere dayalı bazı mantık hataları var kitapta; fazla kafaya takmazsanız sorun teşkil etmez.

Demokrat Parti, Halk Partisi çekişmesi Samsun özelinde verilmiş.

Dil konusunda genel bir sorun yok ama iki kelime fazla zorlama olmuş ve o kadar çok kullanılmış ki, kulak tırmalıyor. Yazarın, sanırım öztürkçe(!) tercihi nedeniyle 'ertesi' yerine 'devrisi' ve 'hareket' yerine de 'devinim' kullanması zorlayıcı olmuş biraz.

Yaşım itibarıyla bilemiyorum ama hikayede geçen bazı aileler ve isimler muhtemelen gerçek kişi ve ailelere dayanıyordur. Buhara'dan altınlarla gelen Turgut Bey gibi, Sabuncu ve Kalkavan aileleri gibi...

Özetle, bir başyapıt değilse de okunası bir eser Islak Kentin İnsanları...
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (10)
Hayır (0)
Bu Yorumu Yanıtla
Ismail Akdağ 04.03.2007
ne diyeyim bu kitap için... türk sineması tadında biraz da brezilya dizilerini anımsatıyor. kitapta aşklar, birbirini seven ve birbirinden haberi olmayan yarenler var. çok duygusal etkileyici bir kitap. biraz da eski istanbuldan esintiler serpilmiş içine
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (4)
Hayır (2)
Bu Yorumu Yanıtla
Inci Ülkü 14.11.2001
Rusların ağır baskısı altında kalan Han’ın koyduğu vergilerle topraklarının büyük bir kısmını yitiren bir ailenin 19 yaşındaki oğlu Kerim Bey, at sırtında gezerken gördüğü Lota hanıma bir görüşte aşık oluyor, genç kız da ona... 1900’de ise baskılardan bunalarak Sürmene’ye gelip yerleşiyorlar. Üç oğulları doğuyor ardarda; Alişan, Alim ve Feyzi... Horasan’dan ayrılmanın çöküntüsüne çok sevdiği atını kaybetmenin üzüntüsü de eklenince, genç yaşta aniden ölüveriyor Kenan Bey. Lota Hanım, üç küçük oğlu ile yalnız kalınca, “ıslak kent” Samsun’a göçüyor. Romanın bundan sonraki çok bölümü Alim Bey’in üç kızı Eşber, Sümeyye ve Piraye ile sonradan görme köylü kızı Şahika’nın hayatı etrafında dönüyor zaten.
Kitap bana nedense çocukluk yıllarımda okuduğum Kemalettin Tuğcu romanlarını hatırlattı!! Kemalettin Tuğcu okumuş olanlar nasıl bir kitapla karşalacaklarını da az çok tahmin etmişlerdir herhalde...
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (10)
Hayır (4)
Bu Yorumu Yanıtla
econozzy 10.10.2001
Islak Kentin Kızları'nı bir roman olarak başarılı bulmak mümkün değil. Oldukça özensiz ve savruk bir kurgu ile yazılmış, bazı kavramlar olayın geçtikleri tarihlerden bağımsız olarak kullanılmış ve hepsinden önemlisi roman kahramanları yazarın elinde okuyucuda duygusal bir etki yaratmanın oyuncağına dönüşmüş. Yazar, sık sık zaman içerisinde zıplamalar yapıyor hikayesini bugünlere taşıyabilmek için. Siyasi tarih aile tarihine yalnızca Demokrat Parti döneminde biraz olsun yansıyor; ne 12 Mart ne 12 Eylül hissedilmiyor bile. Çünkü yazarın meselesi zaman ve mekan içinde olgunlaşan insanlar yaratmak değil; iyilerin iyi, kötülerin kötü, zayıfların zayıf, zalimlerin de hep zalim olduğu bir hikayede Türkiye’yi sarsan olayların elbette bir önemi olmuyor.

Nedensellik bağları da çok zayıf. Mesela, Alim karısının ölümünden sonra üç küçük kızı ile yalnız kaldığında, onları üvey ana eline bırakmak istemez. Ne fedakar baba diye düşünmeyin; çocuklarını tuttuğu gibi kaç zamandır görmediği kardeşi Feyzi’nin evine, Feyzi’nin nikah bile kıymadığı karısının bakımına terk eder. Dört yıllık bir sürede, kızların akıl almaz işkencelere göğüs germesi, Kemalettin Tuğcu’nun klasiklerine bir gönderme, acıların yazarına bir saygı duruşu gibidir. aynı hicranlı sahneyi Piraye’nin ölümü sırasında daha da ağdalı bir biçimde tekrarlar Zerrin Koç. Yeryüzünde ve günümüz Türkiye’sinde insanların -özellikle de kadın ve çocukların- çok ağır baskılara, şiddete ve acıya maruz kaldığını biliyoruz. Ancak, çekilen sıkıntıları -isterse hepsi de gerçek olsun- alt alta yazarak bezer bir duygu elde etmek mümkün değildir edebiyatta. Sanıyorum yazarla anlatıcı arasındaki fark da bir duyguyu estetik olarak yeniden yaratabilmekte yatıyor...!
Bu yoruma katılıyor musunuz?
Evet (7)
Hayır (5)
Bu Yorumu Yanıtla