Kitabın niteliği, başarısı vs. hepsi bir tarafa...
Öncelikle bir Samsunlu olarak Zerrin Koç'a teşekkür etmek isterim. Buhara'dan başlayan bir aile hikayesi var kitapta. Özbek olan bir ailenin 1910'larda Samsun'a göç etmesiyle hikaye yol alıyor. İçinde Samsun olmasından dolayı da olabilir, benim için çabuk okunan bir roman oldu. Şehrin 1912'lerden başlayıp 1986'ya kadar uzanan serüveni bu Özbek ailesinin dördüncü kuşak torunlarına uzanıyor. Ancak oldukça hüzünlü bir serüven bu. Roman için çok başarılı demek mümkün değil, başarısız da denilemez tabii.
Şöyle tarif edeyim, Yaprak Dökümü'nü hatırlayın ve sonra onu Reşat Nuri'nin değil de Kemalettin Tuğcu'nun yazdığını hayal edin... Öyle bir havası var kitabın.
Yazar ölüm temasını çok fazla ve yerli yersiz kullanmış. Romandaki kötüler hep kötü;mesela Feyzi Amca. Mesela mübadil ailenin şirret kızı... Mesela Trabzonlu Sezai Bey, üstelik Sezai çift kişilikli, hatta deli. Pis, iğrenç, Allah inancı da olmayan bir herif.
Üç kız kardeş de anneleri gibi oldukça bahtsızlar.
Samsun'un eski hallerini vermesi oldukça güzeldi. Subaşı, Saathane, Demirciler Çarşısı vs.
Söğütlü Bahçe geçiyor romanda. Mesire yeriymiş eski Samsun'da.
Tarihlere dayalı bazı mantık hataları var kitapta; fazla kafaya takmazsanız sorun teşkil etmez.
Demokrat Parti, Halk Partisi çekişmesi Samsun özelinde verilmiş.
Dil konusunda genel bir sorun yok ama iki kelime fazla zorlama olmuş ve o kadar çok kullanılmış ki, kulak tırmalıyor. Yazarın, sanırım öztürkçe(!) tercihi nedeniyle 'ertesi' yerine 'devrisi' ve 'hareket' yerine de 'devinim' kullanması zorlayıcı olmuş biraz.
Yaşım itibarıyla bilemiyorum ama hikayede geçen bazı aileler ve isimler muhtemelen gerçek kişi ve ailelere dayanıyordur. Buhara'dan altınlarla gelen Turgut Bey gibi, Sabuncu ve Kalkavan aileleri gibi...
Özetle, bir başyapıt değilse de okunası bir eser Islak Kentin İnsanları...