Sarı Zeybek adını ilk defa Fahir Atakoğlu’nun kendi adını taşıyan ilk albümünde duymuştum. Kasette Demirkırat, 12 Mart gibi 90’ların diğer klasik belgeselleri ile birlikte bu kitabın belgesel-film müziği yine aynı adla yayımlanmıştı. O albümünde Atakoğlu bir tek Sarı Zeybek parçasının icrasında ney kullandırmıştı ki parça oldukça uhrevi bir romantik hava hissettiriyordu. Kitabın önsözünde Sarı Zeybek adının çok sevildiğinden, moda defilelerine ve bir rakı markasına da ad olduğundan bahsediliyor. İsimden ticaret markası türetilmesinin tipik bir örneği...
Yine önsözlerde son günlerinden bahsedilen Atatürk’ün “insani” yönü üzerinde durulacağı, kitabıyla filmiyle gerek bu belgesel üzerine çalışanların gerekse okuyucu-seyircilerin nasıl duygusallaştığından söz ediliyor ki ben de büyük bir beklentiyle heyecanlandım. Resimlere uzun uzun baktığım halde bu heyecanla kitap birkaç saatte bitti. Bahsedilen konu Atatürk’ün çok içmesi, kimseye itaat etmemesi, işinde kendini helak edecek derecede feragatli olması, doktorların teşhis hataları olmak üzere birkaç başlıkta toplanabilir.
Kitapta bu kadar alkol vurgusu olduğunu tahmin etmezdim. Benim gibi sıradan bir okurun kafasında oluşan ana fikir: “Adamcağız içkiden ölmüş. Yazık be. Bakmamış kendine.” Bu Atatürkçülüğe ne kadar hizmet eder? Çocuklar ve gençleri alkolden uzak tutmayı kanunlarla sağlanmaya çalışırken iş Atatürk’e gelince her akşam rakı içmek gayet sevimli ve -kitaptaki ifadesiyle- “muzip” olabiliyor. Olayın buz gibi gerçeği ise kitap boyunca sürekli yüzünüze çarpıyor: Alkol ölümü çabuklaştırır!
Kitap epik bir trajedi gibi ölümle 10 Kasım 1938 günü bitiyor ki bu şekilde gerilimin en üst noktasında bırakılması etkileyiciliğini fevkalade artırıyor.
Kitapla beraber verilen belgesel filmi DVD formatında 44 dakikalık bir video. Aslında ilk 1993 yılında ilk yayımlanan bu filmdir, çok sevilmiş, tekrar tekrar yayınlanmış, okullara kışlalara girmiş, hatta Can Dündar’a bile askerliği sırasında emirle seyrettirilmiş! Kitap daha sonra çıkmış. Görsellik açısından film daha akılda kalıcı ama tabii ki kitap kadar kapsamlı değil. Kitaptan ilginç tarihî şeyler öğrenebiliyorsunuz. Bir parlamenter rejim cumhurbaşkanı olmakla beraber Atatürk’ün bütün “kuvvet”leri nasıl şahsında birleştirdiği, başbakanlık makamını nasıl işlevsizleştirip İnönü’yle arasını açtığı… Efendim, yurt dışına sürdüğü Osmanlı hanedanının Dolmabahçe Sarayına nasıl yerleştiği, Sultan Mehmet Reşat’ın odasında son günlerini geçirerek orada öldüğü…
Son olarak diğer yayınevlerine kıyasla pahalı fiyatları ile bilinen Can Yayınlarının neşrini üzerine aldığı kitabın bu birinci baskısında fiyatına ve bahsettiği kıymetli insana yaraşmayan ciltçilik özensizliği görülüyor. Kapağı pek ince, daha ele alındığında kitabın kaybettiği form bir daha düzelmiyor. Hediye olarak verilen DVD arka kapağın iç yüzüne ambalajsız olarak bir çentiğe tutturulmuş. Disklere özen gösteren biriyseniz DVD için yeni bir mahfaza edinmeniz gerekiyor.