Beyhude Ömrüm
Anadolu insanının kendince bir kurtuluş çabasının anlatımı bir yana, Anadolu'ya bir bahçe üzerinden gösterilen bağlılığı bu kadar güzel anlatan bir hikâye okumamıştım. Kaçırmayın, o kadar güzel.
Anlatıcı, aile babası bir dayımız. Bundan sonra kendisini dayı olarak anacağım.
Tarlada ekin biçerken ara veriyor, bir cıgara yakıyor. Oğlunu, mahsulü, o dağ başını mamur eden beyi düşünüyor, sonra gözü ıslak kayaya takılıyor. Kayanın dibinde bitmiş otlar var, ulan buradan su çıkar diye düşünüyor anlatıcı. Toprakla ve insanla mücadele buradan itibaren başlıyor.
Dayının kayınbaba, köyle oğullarının yaşadığı şehir arasında gidip gelen, karısını hizmetçi olarak kullanan, huysuz bir adam. Arada kalmışlar için güzel bir sembol; ne tam şehirli, ne tam köylü. Dayıya da şehre gitmelerini söylüyor, köyde hiçbir şey kalmamış. Buradaki "hiçbir şey", dayının hayatı aslında. Toprak, ekin, sakin bir yaşam, cennet bir bahçe... Azla yetinmek, istenilen şekilde yaşayabilmek en önemlisi. Kaynata için şehir yepyeni bir dünya. Şehirden başka yerde yaşam yok. Şehir yaşamını böylesi cazip kılan ne var onlar için, merak ederim. Cevabı bilmiyorum, Kutlu da pek girmemiş buralara. Ya da ben okuyup da unuttum. Kutlu'nun karakterleri öyle derinden derine incelemek gibi bir huyu, üslubu yok zaten. Kısa cümleler, olaylar, bir iki düşünce. Bir paragrafı beş dakika düşünür oldum metinlerini okurken.
Dayı, kayadan su çıkarma ve toprağı çevreleme konusunda kasabadaki Hacı Abi'ye gidiyor. Dayının babasıyla Hacı Abi yakın arkadaş, define tutkuları var. Arıyorlar da arıyorlar ama bir şey çıkmıyor. Baba ölüyor, Hacı Abi dayıya kol kanat geriyor. Çok yakınlar yani.
Neyse, akıllar alınıp veriliyor, dayı girişiyor kayaya. Kazıyor ediyor, dinamit falan patlatıyor yarmak için. Burada Muhtar Halil giriyor devreye. Muhtar Halil'le dayının babası vukuatlı, düşmanlıkları var. Muhtar, bahçe konusunda dayıya zorluk çıkarıyor bir sürü. Dedikodu yayıyor, dövdürtüyor falan. Bir sürü olay, fena.
Bahçenin kurulmasından sonra ikinci bölüm; dayının oğluyla çekişmesi. Oğul da şehre gitmek istiyor, kavga ediyorlar bu yüzden. Dayının eşi ölüyor, köy-şehir arasında, oğluna gidip geliyor adamcağız. Yaşlılık. Köy boşalıyor, kasaba kuruyor. İnsanla birlikte toprak da yalnızlaşıyor.
Son bölümü alıp bitiriyorum, nefis bir son:
"Pembe-beyaz şeftali çiçekleri, süt köpüğü gibi kabarmış erik, kaysı, vişne, kiraz çiçekleri; sarışın kızılcık çiçekleri yağıyor üstüme, serpiliyor gökten.
Aman Allahım, ne güzel, ne güzel.
Yağsın durmadan, yağsın ve örtsün üstümü bu çiçek kokuları, nerdeyim ben?
Gözlerimde yaş, dilimde dua.
Öldüm ve bir bahçeye gömüldüm." (s. 211)
Derviş, Muhtar, Emrullah Hoca, bir dünya karakter var, hiçbirini almadım buraya. Okusanız uzaklarda bir yerlerde gerçekten yaşadıklarını anlayacaksınız. Başka da bir şey diyemiyorum, ben anlatamıyorum en azından. Lütfen okuyun. On numara.