Kaba bir tabir olacak, ancak, kadın olmayan genç bir yazardan, genç bir kız ve olgun bir kadın romanı.
Tuna Kiremitçi’yi önceleri “kadın yazar!” olarak tanıdığımı itiraf edeyim. Ne utanç verici değil mi? Ancak beni böyle düşünmeye iten kendisidir.. Genç bir kızın hikayesini veya olgun bir kadın hikayesini nasıl yazabilirdi ki başka! Ancak kendini ele veren kısmı da gene burada. Tipik erkek gözlemesi. Hatta açık açık belirtilen isteği.. “Git kendini çok sevdirmeden” romanı, basit, yalın, sade tanımlarının hepsine uyuyor. Ne anlatmak istediğini abartmadan, ara yollara sapmadan, dosdoğru koymuş okuyucunun önüne. “Gerçekten bunu yazmak istiyorum ve size de gerçekten bu yazdığımı bunu okutmak istiyorum”.. Bir kadın yazar ise bunu yapmazdı. Kadın doğası daha karmaşık yapıda, o nedenle bu doğayı bir erkeğin gözüyle, hele hele ergenlik devresindeki bir genç kızın, bir erkeğin gözüyle anlatılması çok kolay bir şey olmasa gerek. Tuna Kiremitçi de zaten ergen veya olgun bir kadının ruh halini bir erkeğin gördüğü biçimde anlatmış. Sade ve sadece.. İçerik olarak gençlikten ilerleyiş ve olgunluktan geriye dönüşlerle harika bir roman. Özellikle iki ayrı zamanın da aynı duruma denk konularla uyumu çok doğal. Sadece rahatsız edici bir durumu var. O da bu roman ya da bu hikâye henüz bitmemiş gibi. “Kesinlikle devamı var, olmalı” düşüncesinden kurtulamıyorum.
Bence Tuna Kiremitçi yeni neslin anlayacağı ve sıkılmadan (maalesef roman kavramı çok değişti günümüzde) okuyabileceği nadir yazarlardan biri. İnanıyorum ki yeni Tuna Kiremitçi’ler sayesinde Türk edebiyatı kaybettiği değeri geri kazanacak..