Biz
Geçen sene Rusça aslından çevirisiyle ilk kez İthaki'den çıktı. Bende 1988 tarihli, Ayrıntı'dan çıkmış ilk baskısı da var, İngilizceden çevrilmiş.
Ütopyaları okurken hep merak etmişimdir; bir bireyin fikirlerinin, bireyin fikirlerini şekillendiren düşünce sistemlerinin koca bir topluma uygulanması hiçbir sıkıntı oluşturmaz mı, her şey yolunda gider ve bütün insanlar mutlu mu olur diye. Devlet'i düşünüyorum, sonra çeşitlemelerini düşünüyorum. Campanella'nın, Bacon'ın, More'un ütopyalarında mevzular biraz değişse de sonuç aynı. Eğitim, ekonomi, aile ilişkileri düzenli. Her şey tıkırında. Görünüşte böyle, bu sisteme ayak uydurmak istemeyenler ne olacaktı? Dönüştürülmeye mi çalışılacaklar, kovulacaklar mı? Sonuçta devlet de canlı bir varlık sayılır, her ne kadar durağan gözükse de dünyayla birlikte değişmek zorundadır, uyum sağlamak zorundadır veya başkalarını kendine uydurmak zorundadır. Ütopya da kendini yenilemeli. Bunun muhaliflere yansıması nasıl olacak?
Girişte Bülent Somay'ın on numara bir yazısı var. Önce Orwell'le Zamyatin'i ele alıyor. Aynı zamanlarda ne yaptıkları, nerelerde oldukları mesela.
"Orwell, Zamyatin'i bilirdi; Zamyatin'in ise Orwell'den söz edildiğini duyduğu bile meçhul. Zamyatin 1920'de bir roman yazdı; hâlâ ülkesinde basılmıyor. Orwell, Zamyatin'in romanını okudu (1924'te yapılan İngilizce çevirisinden), 1948'de kişileri ve konusuyla ona çok benzer bir roman yazdı: 1984." (s. 6)
Bu basım yasağı Gorbaçov'un açılımları zamanında kalktı galiba, bir yerde okudum ama hatırlamıyorum, bu kitapta olabilir. Uzun uzun yazmayacağım, kapsamlı bir 1984-Biz karşılaştırması var, benzerlikler ve farklılıklar detaylıca incelenmiş.
Bu yukarıda ütopyalar hakkında düşüncelerimi Somay'ın yazısında, daha geniş bir bakış açısıyla incelenmiş şekilde buldum, sevindim. Kitabın bir bölümünde yer alan "sayıların sonsuz olması gibi devrimlerin de sonsuz olduğu" fikrinden yola çıkarak şöyle diyor Somay:
"(...) Tarihe bir son, gelişmeye bir nihai hedef koyan düşünce tarzı, devrim sonrasını bir evrensel durağanlık hali olarak algılayacaktır. Hedefe varılmış, devrim bitmiştir. Artık sorun dönüştürmek değil, zaten dönüşmüş olanı fedakarca çalışarak güçlendirmek, takviye etmektir. Ya da böyle demektedir yeni iktidar sahipleri. Platon'dan Wells'e kadar tüm geleneksel ütopyacıların temel hatasıdır bu. Ütopya (ister hayal edilerek isterse de 'bilimsel çıkarsamalarla' kurulsun) hep böyle tasarlanageldi: Tarihin, gelişmenin sonu, insanlığın varabileceği en mükemmel toplum biçimi. Ütopyanın kendisinin de gelişmeye açık olması gerektiğine ilk işaret eden Wells oldu, ancak bu fikri geliştirip bir sanat yapıtının temeli haline getiren ilk kişi de Wells'ten büyük ölçüde etkilenmiş olan Zamyatin'dir." (s. 8)
Birilerinin ütopyası, birilerinin distopyası olur. Ütopya baskıcıdır, çelik pençeyi baktığınız her yerde hissedersiniz. Nasıl giyineceğiniz, nasıl eğitim göreceğiniz, nasıl evleneceğiniz, kısacası nasıl yaşayacağınız önceden bellidir. Somay'ın söylediği bir sözle bu kısmı bitiriyorum: "Özgürlük mü, mutluluk mu?" (s. 10) Şahsen eşimin devlet -ya da her neyse- tarafından seçilmesini istemem. "Merhaba, sizin için mü-kem-mel bir eş bulduk."
Tek Devlet var bir tane, insanların benliğini yok edip homojen bir grup oluşturmuş. Almanların toplama kamplarında olduğu gibi insanlar sayılardan ibaret, isimleri yok. Ruhsuz insanlar; duygu yok, hayal yok, hiçbir şey yok. Saydam bir dünyada yaşıyorlar, herhangi bir mahremiyet yok.
D-503'ün anı kayıtları üzerinden ilerliyor roman. Günlük olarak ifade etmek zor, herhangi bir tarih düşme, günü gününe kaydetme mevzusu yok. Tabii aylar sonra kaydedilmiş şeyler de yok, en fazla iki, üç günlük aralıklar var.
Distopyaların babası bu, diğerleriyle kıyaslandığı zaman elbette basit gelebilir ama değerinden bir şey kaybetmiyor. Yazıldığı zamanda SSCB'nin adı SSCB bile değildi, Lenin yeni yeni palazlanıyordu, gulag nam insanlık trajedileri de yeni yeni kuruluyordu. Müthiş bir öngörü denilemez belki ama olayların nereye gidebileceğini iyi tahlil etmiş Zamyatin. Tabii kendisi bayağı iyimsermiş; bu çalışma kamplarında ölen milyonlarca insan, Tek Devlet'in çatısı altında ruhsuz fakat mutlu olarak dolanıyor.
Güzel bayağı, gönül rahatlığıyla alınabilir.