Bir Mülteci Gözüyle Yıllar Sonra Bulgaristan
Bulgaristan, tarihten bugüne, yoğun ilişkilerimiz olan bir komşu ülke. 1393’te Süleyman Çelebi kumandasındaki kuvvetlerin, Bulgar Çarlığı'na son vermesi ve Çar Şişman Ivan’ı esir almasıyla başlayan 500 yıllık Osmanlı egemenliğinde ve sonrasında, iki milletin tarihinin, kaderinin kesiştiği yerler oldukça fazla.
Bulgaristan, ülkemizde “muhacir” olarak isimlendirdiğimiz Balkan göçmenleri için daha da özel bir ülke. Todor Jivkov dönemini, Belene Kampı’nı, Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye kaçışını, sınırların açılıp da binlerce soydaşımızın ülkeye akın akın giriş yaptığı dönemi hatırlayanlar için o günler gerçekten ilginçti. 1989 yazında 350 bin mülteci, 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan en büyük kitlesel göçü gerçekleştirmişti. Bulgaristan’da o dönemde yaşananları, çoğumuz, bizzat muhacirlerin ağzından dinledik. Bu göçlerin tarihi, Osmanlı’nın son dönemindeki isyanlara, Balkan topraklarının kaybına, özellikle 93 Harbi’ne kadar gidiyor… Yazar Kapka Kassabova da Türk asıllı olmadığı halde genç yaşında ailesiyle birlikte ülkesinden ayrılmak durumunda kalan yaklaşık bir milyon Bulgar vatandaşından biri.
Konunun, göçlerle ilgili kısmı, resmin sadece bir parçası. Kapka Kassabova, ilk baskısı 2008’de yapılan İsimsiz Sokak kitabıyla okura, bir Bulgar gözüyle -çocukluğuna ve ergenliğine rastlayan- komünizmin alacakaranlık döneminde yaşadıklarını, Yeni Zelanda’ya adeta kaçmalarıyla noktalanan Sofya günlerini anlatıyor.
Kitap, ülkeden ayrılmasından 16 yıl sonra, Sofya’da, Gençlik-3’teki evlerine geri dönmesiyle başlıyor. Sonra kendinizi bir anda soğuk savaşın kasvetli günlerinde 70’lerde buluyorsunuz. Kassabova’nın yaşı ilerliyor, beraber 81 Numaralı okula ve Keti Marçinkova’dan aldığı piyano derslerine gidiyorsunuz, tatillerde akrabalarına yaptığı seyahatlerde O’nunla yol alıyorsunuz, yaşanan siyasi gelişmeleri O’nun gözünden izliyorsunuz… Mesela 1986’da Çernobil Faciası yaşanıyor. Bulgaristan’da felaket haberlerinin sansürlenmesi ve ardından yaşanan sağlık sorunları O’nun ifadeleriyle hayat buluyor: “Küçük ve büyük yalanlar, hayatlarımızın kumaşını güve gibi kemiriyordu.” (s. 94)
Dış dünyayla ilk teması, 9 yaşında Makedonya’daki akrabalarını ziyaretle oluyor. İki sene sonra ailece gezmeye, Doğu Berlin’e gidiyor, Duvarı görüyor. Ardından babasının 6 aylığına araştırma amaçlı olarak Hollanda’ya gidip gelmesi, duvarın arkasındakilere bakışına tesir ediyor: “…diğer taraftaki insanlar, bu kadar cana yakınsa o zaman Duvar bizi tam olarak neye karşı koruyor düşüncesinden de tedirgindim. Daha sonra anlaşıldığı üzere, Duvar bizi kendimizden koruyordu.” (s. 77) Nihayetinde, babasının kazandığı eğitim bursuyla, ailece İngiltere’ye gidince kendisi için hayatın gidişatı tamamıyla değişir. (s. 128 vd.)
Kassabova, Yeniden Canlandırma Süreci’yle Türk azınlık üzerinde uygulanan isim ve din değiştirme baskılarına, adetleri unutturma çabalarına da yeri geldikçe değiniyor: “Ahmet, Bulgarca adının Assen, Ayşe de kendininkinin Ana olduğunu hatırladı.” (s. 118) “Annemle babam gibi insanlar Türk kökenlilerin başına korkunç şeyler geldiğinden şüpheleniyordu ama ortada dedikodudan başka bir şey yoktu. Devlet basını kontrol ediyor, basın da bizim cehaletimizi yönetiyordu.” (s. 119) “Vatandaşlar, ülkeden kendi istekleriyle ayrılmıştı, tıpkı isimlerini ve dinlerini kendi istekleriyle değiştirdikleri gibi.” (s. 121) “Devletin amacı, Bulgaristan’ın Müslüman geçmişinin, şimdiki zamanının ve geleceğinin bütün izlerini silmekti.” (s. 247)
Kassabova, kendisiyle yaşıt olanlar için tanıdık gelecek anılarına da yer veriyor: “Ne zaman onlara gitsem çift renkli kek yiyip küçük fincanlarda Türk kahvesi içer, sonra da fincanları ters çevirip kapatırdık…” (s. 40) “Bütün ülke, 1976 tarihli bir Brezilya pembe dizisi olan Köle Isaura’nın çektiklerine kapılıp gidiyordu… Ama Isaura’nın kapitalist-emperyalist zincirlerinden kurtulması için ayların, yılların, bütün çocukluğumun geçmesi gerekir.” (s. 42). “Tam o sıralarda Star Wars çılgınlığının da pençesine düşmüştük… Turbo cikletlerinin ambalajlarının değiş-tokuş edilmesi işi almış yürümüştü…” (s. 62)
Kitabın ikinci bölümünde (s. 143-318 arasında) yazar, yıllar sonra geri döndüğü Bulgaristan’ı, kendi ifadesiyle saat yönünün tersi istikametinde bir baştan bir başa geziyor ve okurlarına da gezdiriyor. “Bulgaristan haritası, yere serilmiş bir hayvan postuna benzer, başı Avrupa’ya bakar, arka tarafıysa Karadeniz’e dayanmıştır… Balkan Dağları omurgadır.”(s. 197)
AB üyesi olmuş, köprünün altından çok sular akmış bu ülkede adım adım dolaşıyor. Bireysel ve sosyal değişimleri gözlemliyor. Gezi rotasına ait coğrafi bilgilere ilave olarak Bulgar, Trak, Roma ve Osmanlı tarihine ilişkin detaylar sunuyor. Büyük Bulgaristan hayallerinin ailesindeki insanlara yansıması, SSCB, Yugoslavya ve Romanya ile ilişkiler, Balkanların Che Guevara’sı Sandanski, Osmanlılara karşı Nisan Ayaklanması’na liderlik eden Vasil Levski ve aynı ayaklanmanın sembol isimlerinden Baba Tonka, 1. Bulgar Krallığı’nın başkenti Veliki Preslav, 93 Harbi’nde Şipka Tepesi’nde yaşananlar, Şumnu’da yer alan Balkanların en büyük camii: Tombul Cami, Majeste II. Simeon’un ülkeye dönüp başbakan oluşu, Mithat Paşa’nın ve Elias Canetti’nin Rusçuk günleri, Belene Kampı’ndaki 1643 tutsak bebek, Vidin’de padişaha başkaldırıp kendi yönetimini ilan eden Pazvantoğlu Osman (1795-1802) ve Kırcalılar dönemi, Belgradcık’taki Hacı Hüseyin Camii’nin hikayesi (1751), Jivkov’un konut olarak kullandığı şimdinin Ulusal Tarih Müzesi (Boyana), Sofya’nın kaderine terk edilmiş mekanlarından Çanlar Parkı…
Kitabın hemen başında, Yüzüklerin Efendisi’ndeki Orta Dünya haritasını andıran ve gezi rotasındaki şehirlerin tümünün yer aldığı bir Bulgaristan haritası yer alıyor.
Yazar, Yeni Zelanda ve İngiltere günlerine ise bu eserde hiç yer vermiyor.
Yayınevinin eseri ülkemize kazandırması ve çevirmenin başarısı, takdire şayan.
Yazarın şahsi web sayfasını incelemek isterseniz not edelim: kapka-kassabova.net
İyi okumalar!