Tatar Çölü
Taşrada bir memurluğa gittik. Giderken ne kadar çılgın işler yapacağımızı, vatana millete faydalı olacağımızı ve gönlümüzü hoş eyleyip geçecek günlerin mükemmelliğini düşündük. Vardık, küçücük bir yer, çalışmaya başladık. En başta gitme fırsatımız var ama gitmedik, çünkü sürekli güzel şeylerin olmasını bekledik. O güzel şeyler hiç gelmedi, biz de bir ömrü orada çürüttük. Tatillerde eve döndük ama ev bıraktığımız ev değildi, insanlar ve şehir değişmişti. Kendi evimizin yabancısı olduk ve elimizde kalan tek yere, taşraya döndük, hâlâ bir gün oradan çekip gitme umuduyla birlikte ama artık gidecek bir yer de kalmamıştı.
Çıkılan yolculuğun başında kurulan hayaller tazeyken kolay kolay yıkılamaz. Kalenin surları yıkık, çölün bir ucunda, terk edilmiş gibi gözüküyor. Kalenin bulunduğu bir yer, bir zaman yoktur. Kale orada bir anda belirmiş, bir daha da kaybolmamıştır. Kale insanlar için bir umuttur, hapishanedir de. Bu sarnıç kaynaklı şapırtıyı kitabın sonunda da duyarız, eriyen umudun sesidir. Çöl, kalenin önünde bir başka hayattır.
Askerlik mevzusuna geliyorum. Kimi için Godot'dur beklenen, kimi için vebanın kökünün kurutulması. Diğerlerinde bir kurtuluş umudu yok, beklenen bir türlü gelmez, en azından bu düşünceyle garip bir teslimiyete kavuşur bekleyen; geçen onca zamandan sonra bekleyiş hayatın ta kendisine dönüşür ve gelişin de bir anlamı kalmaz artık. İşte bu kitapla diğerleri arasında bence en büyük fark bu. Burada birey kendi tercihiyle beklentiden sıyrılabilir, hayatına farklı bir yön verebilir. Alegorik bir roman. Prosedürlere körü körüne bağlı, hiçlikte yaşamayı kanıksamış insanlar arasında Kemal Sunal'la Şener Şen arasındaki "şafak-başak" geyiğinin tıpkısı dönüyor ve bir asker ölüyor. Başka bir asker, bir üstüne ne kadar güçlü olduğunu göstermek için soğuğa meydan okuyor ve donarak ölüyor.
Böyle bir ortamda büyülü olaylar elbet olacak… Aklın o dengeleyici, delirmekten uzak tutan etkisinden ne kadar uzaklaşırsak bilinmeyene o kadar yakın oluyoruz. Buradaki büyülü gerçekçiliği on yıl süren yağmurlarla falan bir tutmamak lazım zannediyorum. İnsanla özdeştir bu olaylar, insanın haberi olmasa da.
"Tahtırevan onu alıp götürürken gözlerini arkadaşından ayırıp başını eğlenir ve meydan okur gibi öne, alayın gittiği yöne çevirdi. Böylelikle neredeyse insanüstü bir soylulukla gecenin içinde uzaklaştı. Sihirli alay gökyüzünde kıvrıla kıvrıla, ağır ağır yükseldi, yükseldi; önce belli belirsiz bir iz, sonra küçücük bir bulut kümesi oldu, sonra hiç."
"O zaman kalenin surları üzerindeki o soluğa soluğa bekleyiş, kuzeyin ıssız düzlüğünü o gece gündüz gözleyiş, meslek uğruna giriştiği zahmetler, o uzun bekleyiş yılları ona pek zavallı gibi göründü."
Böyle. Bir şeyleri beklerken hayat geçiyor. Bir şeyleri beklerken neyi beklediğimizi unutuyoruz. Bir şeyler gelmiyor, geliyor ve değersizleşiyor. Bir şeyler, beklemek. Bu. Kafka havası falan. Öyle.