Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Nihal değildi, şehirler değildi, mevzu yalnızlığın uç bir noktada sürüp gitmesiydi. Göbekti, kellikti, aşık olmaktı ama en büyük problem zamanın birikmesi, bir noktadan sonra akmamasıydı. Sabit bir çığ gibi bu roman. Bireysel tarihin tortularına selam.
"Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi?" (s. 5)
Çocukluk, erinlik, ergenlik, iş, her şey bir anın içinde. Çetin ve Ender, pek eski arkadaşlar, birlikte pek çok şey yaşadıktan sonra ayrı düşerler, İstanbul-Ankara arasında gidip gelirler ve Ankara'da buluşurlar nihayet, otuzlu yaşların ortalarında yetimlik, başarısız ilişkiler, çocukluğa özlem arasında kalırlar. Yaşanmış şeyler, yaşanacak olaylar şimdiye, tek bir zamana hapsolmuştur.
Anlatıcı Ender, onun bilincine bağlı olarak bazen geçmişe dönsek de genellikle şimdideyiz, adamın geçmişi de şimdi gibi olduğu için. Belki de etrafta çok şey olduğu, kendisinde pek bir şey olmadığı içindi o büyük çaresizlik.
Ne diyeyim ki. Uzun zamandır süren bir dostluğun yanında farklı sevgiler var. Genelde dostluklar kayıp bir parçayı aramak gibidir, öyle değil mi? Bizde olmayanı ararız.
"Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek." (s. 167)
Bıçakçı'nın minik ayrıntılarına dair satırlar var, edebiyatın nasıl olması gerektiğine dair. Güzel. Filmi de güzel.