Roma'nın Batısı
Bir uzun hikâye, bir de hikâye var burada.
Dangalak Köpeğim: Üç oğlan, bir kız, bir eş ve şapşal, dev bir köpek. Roma'ya gitme hayalleri kuran Henry, bu hayalini gerçekleştirme isteği ortaya çıkmadan önce çocuklarını evden göndermeyi bekliyor, hayatlarını kazanmalarını. Çocuklar evde, her biri ayrı bir sıkıntı ve yaşlı yazar, karısına yenildiği, çocuklarıyla uğraşamadığı zamanlarda Roma'ya gitme hayalleri kuruyor; atalarının geldiği yere. Gidilebilir bir yer, orada olduğu düşüncesi her zaman rahatlatıcı. Orada da bir şey yok oysa. Biliyor.
Dangalak çıkageliyor bir gün. Dev bir köpek. Uyuşuk. Kimse evde istemiyor bu köpeği. Köpek de onları istemiyor gibi, çıkmıyor bir türlü. Henry her ne kadar bütün toplar kendisine dönmüş olsa da kovmak istemiyor köpeği, kendiyle bütünleştiriyor hayvanı bir şekil: "(...) Ben biliyordum o köpeği neden istediğimi. Utanç verici derecede açıktı, ama oğlana söyleyemezdim. Mahcup olurdum. Kendime itiraf edebilirdim ama, bununla ilgili bir sorunum yoktu. Yenilgiye ve başarısızlığa uğramaktan usanmıştım. Zafer açlığı çekiyordum. Elli beş yaşındaydım ve tek bir zafer yoktu görünürde, bir çarpışma bile. Düşmanlarım bile çarpışma isteği duymuyorlardı artık. Dangalak zafer demekti. Yazmadığım kitaplar, görmediğim yerler, hiçbir zaman sahip olamadığım Maserati, arzuladığım kadınlar, Danielle Darrieux, Gina Lollobrigida ve Nadia Grey. Senaryolarımı kan damlayıncaya kadar doğrayan eski konfeksiyoncu patronlarıma karşı zafer demekti. Ünlü üniversitelerde okuyan, dünyaya çok şey vaat eden çocuklara sahip olma düşümdü." (s. 38) Hayat muhasebesi. Henry senaryolarını, kitaplarını düşünüyor, çocuklarını düşünüyor ve sahip olduklarının kendinden pek az şey taşıdığını düşünüyor, belki de çok şey taşıdığını. Başarı açlığı çekiyor, başarının ne olduğu onun için bir muamma aslında. Senaryoları, kitapları satıyor, eleştirmenlerle çekişiyor ve bir süre sonra her şey kayboluyor onun için. Dangalak yeni bir başlangıç, her şeye. Mahallenin en büyük köpeğini döven bir köpek, hayata karşı alınmış büyük yenilgilerin avuntusu gibi geliyor. "Karanlık rahimde pusuya yatmış dört tohum" ve birlikte geçirilmiş yılların ardından yemek şapırtılarının arasında yabancılaşan bir eş, elde edilenler artık hiçbir keyif vermezken yük haline geliyorlar.
Henry'nin babası duvar ustası, arkadaşlarıyla birlikte çalışıyor ve Henry de bu dünyaya girmek istiyor ama pek küçük. İşçi dünyasının adamları var bir sürü; Fante'nin çocukluğunun kahramanları belki de.
Fante'nin mizahının bir savunma mekanizması olduğunu düşünmeye başladım, yazdığı olayların onda birini yaşamış olsa bile büyük bir yardım olmadan üstesinden gelinecek şeyler değil bunlar. Evden ayrılması, yazarlık serüveni, yenilgi olarak gördüğü her şey bir şekilde kendisini var eden olgular haline gelmiş. Bu yüzden öylesi komik ve gerçek.