Tayfun Pirselimoğlu, önceki romanlarında –özellikle “Kayıp Şahıslar Albümü”nde- kullandığı “kayıp şahıs takibi” izleğini “Şehrin Kuleleri”nde de tekrarlamış. Ancak izleğin tekrarı yazarın kendisini tekrarladığı anlamına gelmiyor, tersine üslubunu, kurgusunu, ironik dilini, siyasi eleştirisini her seferinde biraz daha olgunlaştırıyor Pirselimoğlu; düşselliği, anlatmayı, ana hikayeye yan hikayecikler katmayı, böylelikle pek çok insanın kaderini tesadüflerle yan yana getirmeyi seviyor. Ama doğunun sözlü hikaye geleneğini hatırlatan üslubuna rağmen çok sağlam bir kurgusu var. Yan hikayeciklerle, zengin şahıs kadrosuyla çok farklı zamanlara ve coğrafyalara uzansa da ana hikaye hiç dağılmıyor. Anlıyoruz ki, aslında hep bir tek hikayenin içindeyiz; önceki romanlarındaki gibi, bu kez de, hantallaşmış bürokrasisiyle, iç bunaltan televizyon programlarıyla, resmi tarih imalatıyla, darbeleriyle, kifayetsiz muhteris darbecileriyle, paranoyaların ürettiği komplo teorileriyle, provokasyonlarıyla, duyarsızlaşan insanlarıyla, anlatılan bizim hikayemiz.
Hayatın her alanına sızan, gözleyen, buyuran, sorgulayan, hapseden, yok eden, akıl sır ermez büyüklük ve ulaşılmazlıktaki bürokrasi çarkı içerisinde kaybolmuş, kimliksizleşmiş memuruyla Kafka’nın “Şato” ve “Dava”, Saramago’nun “Körlük”, Melih Cevdet Anday’ın “İsa’nın Güncesi” romanlarını hatırlatan “Şehrin Kuleleri”, bugünü bilinmeyen bir gelecekte yeniden kurgulamasıyla karamsar bir dünya görüşünün izlerini taşıyor. Sözünü ettiğim yazarlar gibi Tayfun Pirselimoğlu da romanını hayatın kaotik, irrasyonel atmosferini açığa çıkaran metafor ve simgelerle inşa etmiş. Siyasi bir tavrı, siyasi tahlilleri, keskin bir eleştirisi yok gibi görünüyor, ama bu saydam duruş sayesinde fazlasını yapıyor; okuyucusunu hayatın akıl dışılığına, saçmalığına güldürüyor, söylemiyor ama ima ediyor!..
Yazar, mizahi anlatımı, ironik üslubuyla gelmiş işin üstesinden, ki alışkanlıklarla körelmiş bir toplumda, artık fark edilemeyen saçmalıklara, alçaklıklara, çarpıklıklara dikkat çeken, alışkın olunan şeylerin garipliğini, garip sanılanların olağanlığını keşfetmemizi sağlayan tam da bu ironik tutumdur. Tesadüflerin, olayların, iktidarın tasarruflarının, insan davranışlarının saçmalığı sarsıyor bizi, çünkü bu saçmalıkların ne kadar gerçek olduğunu, yakamızdan hiç düşmediğini ve her an tekrarlanabileceğini hissediyoruz. Bir alıntıyla örnekleyeceğim:
“Doğrusu komitenin bu ağır mesai içerisinde faydalı işler yapmadığını iddia etmek de haksızlık olur. Komite sayesinde aslında hiç var olmamış bir savaşta kazanılan zaferin yıl dönümünün kutlanması için bakanlığa yapılan başvuru kabul edilmiş ve 3. Çakırbayır zaferinin her yıl 3 Martta kutlanmak üzere programa alınması bu sayede gerçekleşmişti. Bu sayede takvimlerde her nasılsa boş kalmış bir günün doldurulmuş olması bir yana, savaşlarla bezeli geçmişe yaraşır bir zafer daha kazanılmış oluyordu. Bu muharebenin komutanlığı için Milli Komite üyelerinden birisinin uzak da olsa bir akrabasının seçilmiş olması, doğrusu ya işi biraz olsun kolaylaştırmıştı. İşin tek mahsuru Milli Komite’nin diğer üyelerinin büyük dedeleri için de uygun savaşlar bulma zorunluluğunun ortaya çıkmasıydı.”
Saçma yaşamın doğallığı, yalnızlık, yolunu şaşırmışlık, arayış, vb. gibi Kafka dünyasının zihinsel motifleri pek çok yazar, hatta sinemacı tarafından kullanılmıştır. Ancak, bu motiflerin çarpıcılığı sadece içeriklerinden veya sadece cümle içerisinde kullanılmışlıklarından gelmez; etkiyi sağlayan onları sergileyen anlatım tekniğidir. Mesela Kafka, anlattığı o akıl almaz hikayeleri en olmadık zamanda yaptığı ayrıntı tasvirleriyle gerçeklikle bağlamış, bir şatoyu, bir davayı ve böcekleşmiş bir bedeni ironik üslubuyla anlamlı metaforlara dönüştürmüştür. Kendi hikayelerini anlatmak için Kafka’nın fantastik dünyasına yönelen yazarları başarılı kılan, işte bu tekniği kavramış olmalarıdır. Tayfun Pirselimoğlu da, olayları, insanları ve mekanları en olağan dışı anlarda bile ince ince tasvir etmesini biliyor. Önceki romanları gibi “Şehrin Kuleleri”nde de gizemli, sürükleyici ve çarpıcı bir hikayeyi hiç aksamayan zengin bir dille anlatmış; insan, mekan, eşya, ayrıntı ve durum tasvirlerine gösterdiği özenle hikayesini keyifle okutmayı başarıyor.
Son yıllarda romana ilginin ne ölçüde arttığını hepimiz biliyoruz. Ancak bu büyük seferberlik içerisinde aslan payını "star" sisteminin "sıradan" ürünleri alırken pek çok iyi yazar ve iyi roman yeterince tartışılmıyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ve içinde yaşadığımız zamanı fantastik bir dünyada yorumlayan romanlarıyla Tayfun Pirselimoğlu da hak ettiği ilgiyi bulamayan yazarlardan bir tanesi. “Kayıp Şahıslar Albümü”nü sevmiştim, “Şehrin Kuleleri”nin onu aştığını düşünüyorum.