Emine Işınsu'nun bu eserinde pek çok tutsaklığı iç içe bulacaksınız. Baudelaire'in "spleen", Ahmet Haşim'in "melal" ve Necip Fazıl'ın şiirlerinde "hafakan" adını verdiği duygular üzerine kurulmuş romanda, evvela kız çocuğunun küçüklüğündeki tutsaklığı, kadının sosyete içindeki, erkeğinse hırsının kollarındaki tutsaklığı, sonra da Türkmeneli'nin Irak'taki tutsaklığı, ezilmişliği ele alınıyor. Sosyete, çevre, şu-bu adındaki insan sürüleri içerisinde farklı olan kişiler öne çıkarılıyor. Bunlardan birisi -baş karakter- Ceren, birisi Ceren'in en yakın arkadaşı (adı aklıma gelmiyor şimdi), diğeri Erbil'de hunharca öldürülen Tarık, biri de sadece sözü edilen -o zamanlar albay olan- Alparslan Türkeş...
Ceren'in, ailesi içerisinde tutsak büyüyüşü ve evlilikten sonra da bu tutsaklık içerisinde kocasının bütün haşarılıklarına, ihtirasına, aldatmalarına göz yumması... Tarık'ın vatanının sesini "Anavatan" dediği Türkiye'de duyurma çabaları...
Kitabın başında zaten Tarık'ın asıldığı belirtiliyor. Aralıklarla Tarık'ın yaşadığı ve Türkiye'de bulunduğu zamanda yaptıklarına da değiniliyor. Kitabın sonunda ise, aynı zamanda ressam da olan Ceren'in, uzun süredir girmediği atölyesinde Tarık'ın yarım kalan portresinin üzerindeki perdeyi indirmesi ve "hah, şimdi delirecek" dedirten düşünceleri, resmi tamamlaması, dağınık kafasının içindekilerde ve Tarık'ın komunist Barzani militanlarınca öldürülüşünde çözümlenmeye gidiliyor ve bu olup bitenler, bir Türk romanında görülmeyen incelik ve çekicilikle -adeta- sahneleniyor.