Bir arkadaş grubu.
Roman, gruptan birinin, yazar Be’nin intiharı ile başlıyor. Arkadaşı editör Keseru, yazarın kendisini öldürmeden önce bitirdiği son bir romanının olduğu inancında. Ve bu romanı bulmaya adıyor günlerini. Çünkü o edebiyata inanıyor, ‘başka hiçbir şeye değil’.
Yazar Be, Auschwitz toplama kampında doğmuş az sayıdaki bebeklerden biri.
“Yaşandı ve yine de gerçek değil. İstisna. Anekdot. Bu istisnai başarı öyküsü, genel yok etme öyküsü içinde hangi yeri alacak” diye soruyor Be. Varoluşunun ancak, “Auschwitz adındaki şifreyi çözerse” dayanak kazanabileceğini düşünerek yazıyor. Yazıyor, çünkü bu onun kendisini ifade edebilmesinin tek aracı.
Ancak bir an geliyor ve en Büyük Asilik olarak kabul ettiği, ‘Hayatta Kalma’ inadından vazgeçiyor.
Editör Keseru, Be’nin bir ‘son romanı’ olduğuna inanmakla kalmıyor, onu yazarın ayrıldığı eşi Judit’e verdiğinden de neredeyse emin. Judit reddiyor.
Babası Auschwitz’den kurtulanlardan olan Judit, onu ‘Tümüyle indirgenmiş insan, başka bir deyişle; hayatta kalan’ olarak hatırlıyor.
Arkadaşları Be’yi, Judit’i sıkıştırmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Ancak Be inadının ardındaki diğer itici gücü ağzından kaçırıyor; “Geçmişten öyle düşündüğü kadar kolay çıkıp gidemez.”
Oysa Judit kaçabilmişti. Yeniden evlendi ve iki de çocuğu var. Kaçmıştı. Kaçmadan önce, yani Be ile evliyken, asla acı veren anıları unutmuyordu. Dünya bir katiller dünyasıydı. Bu düşüncelerle neredeyse gurur duyuyordu.
Bir keresinde Judit’in yaşama isteği yine de uyanıyor ve Floransa’ya yolculuk için iki bilet alıyor. Be ise anlamıyorum, diyor, ‘bir yığın aptalın eşliğinde Floransa’ya bir gezi yapmak üzere çalışma masasından kalkacağımı nasıl düşünebildiğini anlayamıyorum’. Judit gidiyor.
Ve editör, bu kurtuluşu affetmiyor.
Romanı bayağı beğendiğim belli oluyor sanırım.