Geçmiş çağırır. Gidilen, varılan yer neresi olursa olsun hatıralar bazen bir pranga bazen de bir gül demeti kıvamında kişiyi tutsak eder. Yetmişine gelinse bile çocukluğun ilk yıllarının etkisiyle bir şeylere dokunulur. Neredeyse hep o zamanlar anlamlandırılmaya çalışılır. Yani hayallerin ve hayal kırıklıklarının başkentleri, dokunulan, dokunulamayan, dokunulduğunda kaybedilen, hep orada, kişinin yanında olacak duygusuyla davrandığı ama birden bire göçüp giden insanlar ve hep o eski tatlar... Gelir gelir de kişinin yakasını bırakmaz. John Berger de son derece sakin ama bilgece yazdığı Buluştuğumuz Yer Burası kitabında geçmişe, o güzel insanlara, ömrünü tükettiği kentlere döner. Döner de ne yapar? Kendisinin yüzleştiği, hesaplaşma içine girdiği geçmişini bize anlatırken bugünü anlamlandırmamıza ışık olur. Hızdan feragat etmemizi, yavaşlayıp, önümüzden geçip giden hayatı görmemizi, doğaya yeniden dokunmamız gerektiğini, kısacası tat almamızı salık verir. Nitekim kendisi pratik hayatında da bunu gayet iyi başarmış, bir zaman sonra köye, doğaya dışardan bakmak yerine oraya yerleşmiş, onlar gibi değil tamamen onlar olarak yaşamaya devam etmiştir, etmektedir.
Buluştuğumuz Yer Burası, daha çok Görme Biçimleri adlı, fotoğrafa, görüntüye bakmanın çehresini değiştiren, görselliğin bir baştan çıkarma olduğunu belirttiği kitabıyla tanınan ama sadece bu kitabıyla tanınmakla eksik kalınan John Berger'in son kitabı. (Hatırlatma; Avrupa Üçlemesi, Kral, Düğüne önemli edebi eserlerindendir. Okuyunuz. Okutunuz.) Bu kitapta kentler, insanlar ve tatlar üzerine sekiz buçuk metin var. Berger başta da söylediğim gibi geçmişe döner ve sevdiklerini ziyaret eder, onlarla halleşir. Artanları, eksilenleri, ışıltılarıyla yitip gidenleri, kentlerin değişen yüzlerini, eski zamanların geri döndürülmez güzelliklerini, artık onulmaz birer yara olan sevgililerini, yani hayatının aslarını anlatır bize.