İnsana dair duygularla varettiğimiz kişisel yaşamlarımızın en kaydadeğer verileri, hayatımızın geçiş dönemlerinde or-taya çıkar. Doğuyoruzdur, ergenlik yaşıyoruzdur, evleniyoruzdur, çocuk sahibi oluyoruzdur, tanrı izin veriyorsa çocuk-larımızın ergenliklerini, koca adam olduklarını, evlendiklerini ve eğer şansımız yaver giderse baba ya da anne olduk-larını görüyoruzdur.
Hayatın tüm bu geçişlerinde kalplerimize işleyen olayların, durumların, kurguların, acıların ve umutların, belli bir yaşa geldikten sonra yüreklerimizde çok daha derin izler bıraktığını görürüz. Bu izler, kimi zaman bizi yaşama bağladığı gi-bi, kimi zaman da yaşamla olan bağlarımızı koparan olgulardır.
Çocuklarımız vefasız çıkmıştır, sarılacak bir baba boynu, uzanacak bir anne koynu yoktur artık. Unutulmuşluğu, haklı ya da haksız terk edilmişlik duygusunu yaşarız ve eğer kalplerimiz taşlaşmamış, algılarımız körleşmemişse çoğunluk-la bu duyguyla ölürüz.
Şükran Canözer bu kitabında, yaşamlarını ülkenin doğu yakasında ve kentlerin varoşlarında sürdüren kızçocuklarının, ablaların, gelinlerin, mahallenin kadınlarının yaşamlarından yola çıkarak, “kadın” duyarlılığıyla ülke-miz kadınına dair bir portre yaratıyor ve yarattığı portre maalesef ki ülkemiz kadınının halen içinde bulunduğu durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.