banner
Allah Emekten Yanadır

Allah Emekten Yanadır

İktisatta iki temel sorun var. Birincisi hâsılayı üretenlerin payının nasıl belirlendiğidir. Yani reel ücretlerin seviyesinin ve emekçilerin yararlandığı kamu hizmetlerinin nasıl belirlendiğidir. İkincisi, üretenlerin payını belirledikten sonra hâsıladan kalan iktisadî artığın kimin eline geçtiği ve nasıl kullanıldığıdır.
İktisatta asıl sorun bunlardır. Toplumsal açıdan, hâsılayı artırmak diye bir iktisadî sorun yoktur. Hâsıla, savaş ve tabiî âfet hâlleri dışında her toplumda devamlı artmıştır, artar.
Toplumların ürettiği hâsıla daha ilk çağda, büyük medeniyetleri besleyecek kadar mebzul hâle geldi. Bir toplumda devlet teşkilatı, ordu, sanatçılar, filozoflar, hukukçular, âlimler varsa; höyükler, ehramlar, surlar, muhteşem mabedler inşa edilebiliyorsa, o toplumda hâsıla, üreticilerin ihtiyaçlarının çok çok fevkine çıkmış demektir.
İnsanların hâsıla üretme bilgi ve yetenekleri dünyanın birçok yerinde Milâttan 2000 - 1500 yıl öncesinden itibaren bu seviyeye ulaştı. Yani toplumlar, en az üç bin beş yüz yıldır iktisadî artık üretebilmektedir.
Buna mukabil günümüzde iktisat bilimi, “İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur.” telkiniyle, üretilen muazzam artığın insanların ihtiyaçlarına yetmediğini iddia etmektedir. Bir insanın ihtiyaçları nasıl sonsuz olur? İnsanın herhangi bir mal veya hizmet tüketme kapasitesi sınırlıdır. “İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur.” cümlesi ile îmâ edilen, insanların henüz icat edilmemiş mallara ihtiyacı olduğudur. Mallar icat edilip piyasaya sürülüp insanlar bunlara alışınca ihtiyaç olmaktadır. Bu tür ihtiyaçlar icat edip sonra bunları karşılamak, insanoğlunun saadetini artırmakta mıdır? Bilgisayar
kullanan insan, bunu görmemiş insana kıyasla bilgisayar sayesinde ömrünü daha mutlu ve daha manalı mı geçirmektedir? İcatla yaratılan alışkanlığa ‘ihtiyaç’ demek mantıklı mıdır? İnsanın, henüz icat edilmemiş mala ‘ihtiyacı’ olur mu?
Bu tuhaf telkinlerde maksat, haddi-hududu olmayan sermaye biriktirme güdüsünü sorgulamanın önünü almaktır. İnsanların ihtiyaçları sonsuz ise, sermayenin sonsuz birikmesi gerekir. Sermayedarların sermayelerini sonsuz biriktirmesi gerekiyorsa, bölüşüm meselesini de ona göre çözmek gerekir: Ücretleri sermaye biriktirenlerin lehine düzenlemek ve iktisadî artığı da sermaye biriktirenlerin lehine kullanmak gerekir.
Buna mukabil, insanların ihtiyaçları sonsuz değilse, sermaye biriktirme düzenini sorgulamak câizdir.
Okuru, iktisatta hakikî meselenin hâsılayı artırmak değil, bölüşüm olduğuna ikna edebildi isem, asıl konuya dönebiliriz. Bu kitabın önemi de, iktisadın asıl meselelerini tartıştığındandır.
İktisat bilimi ortaya çıkalı, işgücü kiralamanın karşılığı olan ücretin nasıl belirlendiği veya hangi seviyede olması gerektiği üzerinde çok yazılıp çizildi. Bu eserde
bu teorilere değinilmektedir. Acaba günümüzde işçi ücretlerini tekrar tartışmanın gereği var mıdır? Kanımca vardır.
Kapitalizmin beş asırlık tarihi, sermayedarların sermaye biriktirme uğruna insanın üretme yeteneğinden yararlanmak maksadıyla yapmadıkları zulüm kalmadığını
göstermektedir. İspanyol ve Portekizli sermayedarlar, 16. yüzyılda Amerika kıtasında yerlileri (Aztekleri, İnkaları, Mayaları) esir edip madenlerde çiftliklerde nüfusu kırıncaya kadar öldüresiye çalıştırdı. 19. asır ortalarına kadar Afrika’dan Amerika’ya 9 milyon insan nakledip köle olarak çalıştırdı. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Asya ülkelerinden Amerika kıtasına ‘kuli’ dedikleri sözleşmeli köleler nakledip çiftliklerde istihdam ettiler. Avrupalılar, 18. ve 19. asırda kendi ülkelerinde maden ocaklarında ve fabrikalarda parmak kadar küçük çocukları işçi olarak istihdam
etti. Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da sermaye böyle birikti. Bu zulüm ancak takriben 1848’den itibaren Avrupa’da işçi sınıfının direnme ve ayaklanmaları ile dizginlenmeğe başlandı. İki cihan harbi (1914-1918; 1940-1945) ve iki cihan depresyonu (1873-1986; 1929-1935), Rusya’da 1917 ihtilâli ve birçok ülkede millî kurtuluş savaşları ile geçen 1914-1980 döneminde, emekçiler bütün dünyada sosyal adalet ve refah özlemlerini burjuva sınıflarına ve devletlerine kabul ettirebildi. Gelişmiş ülkelerde sosyal refah devleti inşa edildi; az gelişmiş ülkelerde ulusal kalkınma politikaları uygulandı.
Sosyalizm iddiasındaki rejimlerin bu amaçtan sapmasıyla dünyada adil toplum mefkûresi zayıfladı. Kapitalist ülkelerde emekçiler, sosyal adalet mücadelesinde fikrî ve psikolojik yenilgiye uğradı. Böylece 20. yüzyılın sonlarında burjuva sınıfların
önündeki mani zâil olunca, eski hâl avdet etti.
Burjuvalar tekrar iktisadî artığı azamîleştirmeğe girişti. İstihdam kurallarını esnekleştirmeğe başladılar. Geçici sözleşmeli istihdam, alt işverenden işçi kiralama
yöntemini yaydılar. Kıdem tazminatını tasfiye etmeğe yöneldiler.
Buna ilâveten burjuvalar, iktisadî artıktan kendi paylarını artırıp emekçilerin istifadesini azaltmak için, vergi sistemlerinde gelir ve servet vergilerinin payını azaltıp dolaylı vergilerin payını artırdılar; sosyal güvenlik sistemlerinde emekli olma yaşını
yükselttiler, prim ödeme sürelerini uzattılar; tarımda destekleme alımlarını ve girdi sübvansiyonlarını kaldırdılar; eğitim, sağlık hizmetlerini ve diğer kamu hizmetlerinden bir kısmını özelleştirmeğe giriştiler.
Burjuvalar istihdam kurallarını esnetirken, kâr gelirinin kendilerince gerekçesini de ortadan kaldırdı. İktisat teorisine göre kâr, girişimcinin risk üstlenmesinin karşılığıdır. Teoriye göre girişimcinin üstlendiği, zarar etme riskidir. Ama istihdam şartlarını esnekleştirmek, işçi çıkarmayı kolaylaştırmak, çalışma saatlerini esnekleştirmek vs. mukaveleyle işçi istihdam etmenin şirkete yüklediği riski azaltmaktadır. Şayet şirketin ürününü sattığı piyasada talepte daralma olursa bundan şirket değil, işten çıkarılan işçi mağdur olmaktadır. Piyasa riski, işçiye yüklendi. Devletin özel iktisadî faaliyetleri düzenleme denetleme işlerini özel sektörün etkisi altındaki bağımsız kurumlara devretmesiyle, düzenlemeden denetlemeden kaynaklanan siyasî riskler de yok oldu. Bu şartlarda kâr gelirlerinin neyin karşılığı olduğu sorulabilir.
Ayrıca, şirketlerin istediği ülkede yatırım yapmasına imkân veren finansal serbesti sayesinde, bir ülkede sermaye biriktiren bir şirket bu sermayesiyle başka ülkede üretim tesisi kurabilmektedir; ya da başka bir ülkede mal varlığı satın alabilmektedir. Bu durumda iktisadî artığı üreten işçiler bu artıktan sınıf olarak dahi yararlanmamaktadır. İktisadî artığın neden sermayedarların eline geçtiğini sormak hakkı doğmaktadır.
Nihayet, Türkiye’de tüketim ve tasarruf istatistikleri, burjuva sınıfının (ortalama gelir yönünden) çok daha fakir ülkelere nispetle aşırı tüketim yaptığını göstermektedir. Ülkemizde tasarruf oranının düşüklüğü sebebiyle, yatırımların bir kısmı başka toplumların tasarrufları ile gerçekleşmekte, dış borç (net uluslararası yatırım pozisyonundaki eksi işaretli rakam) devamlı artmaktadır. İktisadî artığın bir kısmını burjuva sınıfı gereksiz tüketimde israf ediyorsa, hâsılayı üreten emekçilerin artığa sermayedarların neden ve nasıl el koyduğunu merak etmesi gayet mantıklıdır.
Burjuva sınıflarının siciline (başta medenî geçinen toplumlarda burjuvaların siciline) bakınca, sermaye biriktirmek uğruna bunların emekçileri daha çok hâsıla
ürettirmeğe yönelik ve emekçilere hâsıladan verdikleri payı azaltmağa yönelik yeni yeni kurumlar ve yöntemler icat etmeğe -durdurulmadıkça- devam edecekleri bellidir. Bunu görebilmek için tarih okumak yeter.
Bu durumda, günümüzde hem işçinin ücretini tespit şartlarını ve iktisadî artığa kimin el koyduğunu ve nasıl kullandığını tartışmaya açmanın yeri vardır.
Kapitalizmin kurumları (mülkiyet, miras, anonim şirket, banka, borsa vs.) insanların yaptığı kanunlarla, kurallarla ortaya çıktığına göre bunların hepsi sorgulanabilir ve gerekiyorsa yeniden şekillendirilebilir, değiştirilebilir.
Bunları sorgulayıp tartışmaktaki müşkülât, burjuvaların zihinlerimize yerleştirdiği önyargılardan kurtulmanın zorluğundandır. “İnsanların ihtiyaçları sonsuzdur.”;
“İnsan yaratılışta bencildir.”; “İşsiz kalma korkusu olmasa işçi çalışmaz.”; “Memur işini bilir.”; “Özel işletmeler, kamu işletmelerinden daha verimli çalışır.”; “Teknoloji tabiatın tahribâtını önleyebilir.”; “Rekabet refahı artırır.”; “Alış verişte mal çeşitliliği insana seçme özgürlüğü verir.”; “Yoksulluğu ortadan kaldırmak için önce hâsılayı artırmak lâzım.”; “Dünyada tabiî kaynaklar tükendiğinde başka gezegenlerden kaynak buluruz.”; “Demokrasi ve siyasî katılım ancak kapitalist toplumlarda mümkündür.”
Bu savlardan her biri sorgulanıp uzun uzun tartışılabilir.
Hasan Köse’nin bu eseri, günümüzde hüküm süren düzeni sorgulamaktadır.
Eserin faydalı tartışmalara vesile olacağını ve âdil toplum projesini tekemmül ettirmeğe katkı yapacağını ümit ediyor ve diliyorum.
Prof. Dr. Cem SOMEL

Liste Fiyatı: 215,00
Yayın Tarihi: 06.01.2023
ISBN: 9786254208775
Dil: TÜRKÇE
Sayfa Sayısı: 234
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 15.5 x 23.5 cm

Bu üründen 32 adet satın alınmıştır.

Kitapyurdu Fiyatı:
215,00

24 Saatte Kargoda? Stokta 3 ürün var

Sepete Ekle

Kazanacağınız Puan: 218

Fiyat Geçmişi: Product Price History Thumb
banner

loading
Bu kitaba link vermek için alttaki html kodu web sayfanıza koyabilirsiniz;

<a href="https://www.kitapyurdu.com/kitap/allah-emekten-yanadir/637304.html"> <img src="https://img.kitapyurdu.com/v1/getImage/fn:11654792/wi:85/wh:true" alt="www.kitapyurdu.com'dan satın al" border=0></a>
banner
banner
banner
loading
banner
banner