Tüketim Toplumundan Üretim Toplumuna 18. ve 19. yüzyıllarda başlayan endüstri devrimiyle üretim araçları beden gücünden makinelere evrilmiştir. Bu evrilmeyle birlikte yeni üretim araçlarına sahip, azınlık grup üretici; üretim sürecinin doğrudan parçası olmayan bireyler, tüketici veyahut salt üretim sürecine katkı sunanlar olarak değerlendirilmiştir. Makinelerin üretimde ana unsur olması insanı ve insan emeğini ikinci plana iterken, üretim sürecinde bir araç olan makineler amaç haline gelerek, insanlar da araç olarak nitelendirilmiştir. Böylece; insan, insanlık değerlerinin dışına itilmiştir. Endüstri devriminden önce, toprak sahiplerinin işçileri karın tokluğuna ya da az bir karşılıkla çalıştırdığı ‘’kölelik’’ sisteminde, toprak sahipleri ‘’Ağa’’ çalışanlar da ‘’Irgat’’ ya da ‘’köle’’ iken, endüstri devriminde; sadece nitelemeler değişmiş, fabrika sahipleri patron çalışanlar da işçi ya da emekçi olarak isimlendirilmiştir. Yani sistem değişmemiş sadece sömürü sürecini başkalaşıma uğramıştır. Bu sistemde insanların kazanma hırsı; patronlarda daha fazla kazanmaya, emekçilerde de daha fazla çalışmaya ve tüketime evrilmiştir. Kapitalist ve faizci sistem temellerinde gelişen bu süreç; gelir adaletsizliği, açlık, yoksulluk, haksızlık ve adaletsizlik gibi olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Oysa; salt kazanmak için iş yapmak yerine, insanlar için faydalı iş yapmak, çalışanlara belirli bir ücret yerine, kazançtan pay verilme şeklinde olsa daha adil ve taraflar daha da mutlu olurdu. Ayrıca; iş yapmak isteyenlere, sermayenin faiz ile verilmesi yerine; kâr payı sistemi uygulanması halinde gerek sermayedar gerekse üreteci, faizli sistemden daha fazla kar edecek, böylece; daha fazla kişi üretme fırsatına sahip olup, işsizlik ve enflasyon oluşmayacaktır. Burada temel felsefe: “ya ürettiğin kadar tüket ya da tüketeceğin kadar üret” olmalıdır. Bu felsefe gerek kişiler gerekse ülkeler için de aynıdır. |