Kutlu yolcunun peşinde rehberlik yapan ben Hüdhüd, râvîlerden duyduklarımı gece gündüz demeden sana anlatmak için nafile bir gayrete girdim.
Gayretin esamesinin tükendiği, hayretin ötesinde, bu zıtlıklar âleminin üzerinde bir yurt var imiş...
Bu vakte kadar şahit olduğun tatların, renklerin, kokuların ötesinde, yaşadığın tüm zamanların dışında bir âlem varmış.
Bu yurda, yolcuların kendi aralarında “Hakikat Şehri” dediklerini biz de duymuş idik.
Hallâc'ı, Aynülkudât el-Hemedânî’yi, Nesîmî’yi ve nicelerini canını vermeye razı eden, bu âlemin cilveleriymiş.
Meryem oğlu İsa’nın ‘a.s.’ göğün dördüncü katında perdelerin ötesinde müşâhede ettiği, mâfevkindeki hayat için ahir zaman nebisini bekleten ona ümmet olmayı dua ettiren aşk.
Her şey ona sebepken, sebeb-i fena olan…
Gidenlerin bir daha gelmeye ikna edilemediği satıh.
Şehirler sultanı, hakikatler meydanı…
Abıhayat pınarının tadının unutulduğu sofra.
Tüm makamların önünde secde ettiği Nur-u Muhammedî şelalesinin menbaı.
Harflerin, seslerin, sûretlerin ve O’nun dışındaki her şeyin kaybolduğu yerde, kalem de yok ise artık “Hakikatler Şehri’nden” bahsi kapatalım.
Orayla ilgili sana anlattıklarımın da tümünü unut.
Unuttuklarını, el-Hayat ismiyle sana yaşatsın.
…
Duydum ki yârimin yeri Kâf imiş
Dillerde söylenen kuru laf imiş
Aslını sorarsan "nûn" u "kâf" imiş
Pâyine yüz süremedim ne çare.