Ben, annemin, annesine “anne” dediğini duymadım hiç,
yaşarken görmedim ki hiç annemin annesini!
Görseydim duyardım,
annemin, annesine nasıl “anne” dediğini...
Ben “anne” dediğimi de duymadım,
annemin ölümünden sonra…
Deseydim duyardım “anne” dediğimi…
Deseydim, annem de beni duyardı,
çevirirdi yüzünü bana doğru,
tebessüm ederdi gözleriyle…
O tebessüm edince benim de yüzüme yayılırdı
onun kalbinin sıcaklığı…
Ben konuşmadan hemen “nasılsın oğlum?” diye sorardı.
Gülümserken “iyiyim” desem de anlardı
ne kadar iyi olduğumu ya da olmadığımı…
Herkesin annesi anlamaz mı çocuğunun ne hâlde olduğunu?
Hayat, akıp geçiyor bir köprünün altından suların akıp geçtiği gibi, fark edemiyorum bile bazen nasıl geçivermiş, günler, aylar hatta yıllar… Aslında ne yaşadığımızın farkındayız ne de yaşayamadığımızın… Birbirinden farklı birbirinden anlamsız binlerce koşuşturmayı hayat sanarak geçiyor soluk alıp vermelerimiz… Sonra da geriye dönüp ne yaptık diye bir bakıyoruz, hani o eski masaldaki gibi görüyoruz, geçtiğimizi sandığımız yerleri: “Bir arpa boyu bile yol gitmemişiz.”