Mermer yalağının yanı acı yeşilden filizîye can atan yosun türleriyle kaplıdır. Çam ağacı ve türlü nebatlar el tutuşmak için oldukça da iştahlıdır. Dökülen altın renkli yaprakların yalakta yüzüşleri; baharda yeşil, güz mevsiminde ise kahverengi ve sarı gülüşleri. Bütün bunlarda, anlayacağınıza eminim, bir yığın şey görürdük.
Suların yalaktan taşarak baloncuklar teşkili, güneş altındayken minik bir şelale gösterme arzusuyla “koşturmaları”, oraya yorulmaya değerdi çok zaman.
Bahar gelince şahin dalışları, güz vakti ise karga haykırışları ne kapılar aralardı bizlere? Bilenlere meçhul değildi bunun cevabı.
Hele o ses? Sonbahar akşamlarında, yaz gecelerinde, kış günlerinde, bazen de baharın göbeğinde duyulan o şırıltılı çeşme sesi bizi nerelere götürürdü. Hâlâ oraya gidenlerimiz var çok şükür.
“Vefasızlık herkesin kârı mıdır?”
Yıllar mermer yalağı oymuş ama çeşme hâlâ kendini korumakta. Çeşmenin yanı yeşil, sarı ve kahverengi tonları ile sarmaş dolaş her zamanki gibi. Oluktan gelen ses zamanla zayıflamışa benziyor, önceleri gürüldeyen suyu da azalmıştır.
Çeşmeye yalnız olarak gittiğim zamanlar da olmuştur. O ziyaretlerim bile müşterek bir duyuşun eseriydi. Topluca vardığımız günler daha fazlaydı ama.
Geçenlerde yine oradaydım, çeşmenin; yalnız, yapayalnızdım. "Bizim tayfa"dan kimse yoktu yanımda. Benden sonra “sine sine” geldi; sırıtkandı, süklüm püklümdü. Elleri devamlı oğuşuyordu. Altın dişleri nasıl da parlıyordu. Siması dolgunca, gerdanı kat kat ve göbeği koskocaman.
Selamını aldım, merhabalaştık sonra da, "Nasılsın Hâlim?" dedim, "Sen de vefalı olanlardansın demek."
"Öyledir." diye cevapladı doğruca.
"Düşündüm de” dedi, “suyunun tadı epeyce güzel. Buraya kondurulacak bir dolum tesisiyle iyi getirisi olur çeşmenin."