Yola çıkarken elbette bir rota ve hedef belirleriz lakin kimi zaman kendimizi hesapta olmayan uğrak yerlerinde hatta aklımıza hayalimize gelmeyen bir menzilde buluruz. İşte, böyle bir yolculuk esnasında otobüste tanıştığım birinin dokunuşu ile pusulam şaştı ve kendimi onun doğup büyüdüğü köyde buldum. Üstelik kendisi yanımda olmadığı halde…
Peki, bu yol beni nereye götürecekti? Aradığım değişim bu muydu? Ben, araştırmalarımı, coğrafi, etnik ve kültür eksenli, bilimsel temeller üzerine inşa ediyordum. Bu pastoral, bu lirik, bu olay ve duygu ağırlıklı anlatımların hakkını verebilecek miydim?
***
“1315’liler askerlik şubesine!”
Bağyayla Köyü’nün sokaklarında, tellalın bu nidası yankılanırken, 1914 yılının sonbaharıydı. Köyden, yayan yapıldak yola düşen on beşliler, on beş kişiydiler. Her celpte, aşağı yukarı bir bu kadarı gidiyor ancak ikisi, üçü dönebiliyordu.
***
“Hayatta sahip olduğumuz bazı şeyler var ki; bunlardan bazısı gözle görülür, elle tutulur, bazısı da histir, duygudur, sözdür. İşte bu şeylerin kendi mahiyetlerinden çok kimin elinde oldukları daha ehemmiyetlidir. Mesela, ateşi söndüren su ile bir canlı yakılabilir. Yahut bir orman gürül gürül yanarken karşı ateş ile alevler durdurulabilir. Öyle değil mi muallim?”
***
“Şunu hiçbir zaman unutma Salih, tüm insanları biz doğuruyoruz. Hani, kadınların altıncı hisleri çok kuvvetlidir denir ya, boşuna değil o söz. Eğer bunun seviyesini tespit edecek bir cihaz olsaydı, aramızdaki fark 10’a 3 çıkardı herhalde. Siz erkekler âşık olduğunuzda, o 3 de kalmıyor ortada…”