Ev terk edilip boşaltılınca, içinden yaşam çekilince kanı çekilmiş damarlar gibi büzüştü. Salonun duvarlarından dökülen sıvalar yerde küçük gölcükler gibi birikti. Üzerine defalarca inen gece, defalarca kavuran güneş perdeleri sararttı. Temiz hava, tahta pencere kenarlarından sızmakla rutubete galip gelemedi. Bereketli yağmurlar yağdı. Bahçedeki yabani otları şahlandırdı. Evin boyunu aşan otlar, daha önce içinde hiç insan var olmamış gibi geçit vermeyen sıklıkta evin boyunca uzadı.
Binbir emekle ekilmiş doğurgan toprakta domates, salatalıkların kökleri kurudu. Kemirgenlerin yuva yaptığı, tütün koydukları sayvant delik deşik oldu. Evin köşelerine yuva yapan kuşların cıvıltısı ormanın derinliklerinden gelir gibi günlerce yankılandı.
Gül dalının yaprakları kalınlaştı, daha önce hiçbir insan eliyle okşanmamış, sevilmemişçesine yabanileşti. Menekşeler saksılarında çürüyerek acıyla can verdi. Yoldan nadiren geçen araçların lambaları, karanlık ve tekinsiz sokaklardan evin odalarına yansıdı, belli belirsiz gezindi.
Yer döşemelerinin içinden, salonun tam ortasından çıkan yabani bir ot, bütün kısıtlamalara rağmen -insanların hiçbir zaman birbirlerine tanımadıkları özgürlükle- rutubete, kesif bir çaresizliğe rağmen bir karanfilin özgürce açmasına izin verdi.
O öyle evin tam ortasında durdukça, kaybedilen yaşamın sıvılarını yeniden içeri davet edercesine, fareler mutfak dolaplarını kemiriyordu. Doğa, çekilen yaşamın yerine yenilerini doğuruyordu.
Bitmeyen Kış, Şenay Şentürk'ün kaleminden çarpıcı bir balkan hikâyesi...