İnsan çocukluk mirasının kalıntısıymış. 1970’lerdeki buruk çocukluğundan kalan kederi tek bir kişi miras bırakmamıştı Sevda’ya. Romantik hayallerin, bilinçsiz özlemlerin öznesi olan küçük bir köyde, Ege’de bir kasabada başlayan hayatı, en çok hayal kırıklığı dolu, kitaplara sığmayacak bir hikâye yazdırdı ona. Etrafındaki herkese acımasız bir hayat biçen Bodrum Terzisi Güngör Hanım’ın evinde yapılan provalar, değişen hayatlar... Radyoda hiç bitmesin, arkası yarınlar. Yağmurlu havalarda toprak kokusu, iç geçmesi öğle uykuları, beyaz badanalı duvarlarda terli yaz güneşi. Yazlık sinemalar, ilk aşk, kopuk film şeritlerinde aranan başka dünyalar. Bu adam olmazlar, sınıfta kalmalar, okula giyilen tebeşir lekeli jileler, beyaz gömlekler, ince yakalar. Hayattan kaçıp dağlara sığınan nenesi, kuyuların dibine atılan umutlar, kendinden bir ayakkabı esirgenen çocuğun hiç ısınmayan ayakları vardı Sevda’nın romanında. Bir de kararan gökyüzü, elektrik kesintileri… Sloganlar. Grevler. Çarşı karakoluna çekilen, yola gelmez anarşistler, öğrenciler, sabaha kadar bir ampul ışığı altında bekleyen analar babalar, akrabalar, kardeşler… İhtilalin gölgesinde tüm geleceğini, umudunu, gençliğini ondan koparan yine en güvendiği oldu. En değerlisini yitirenlerin cesaretine bürünüp geçmişin paslı teneke kutusunu kapattı ve kendine yeni bir hikâye yazdı. |