“Yürüdükçe şehir uzaklaşıyor benden ve ben yürüdükçe şehirden uzaklaşıyorum. Tıpkı bir sultanın eteklerine tırmanır gibi tırmanıyorum kaleye. Terastaki çay bahçesinin surlarına gelince bir adım dahi atmak gelmiyor içimden. Durup seyretmeliyim bu şiir şehri. Annesine, babasına, kardeşlerine, vatanına, yârine son kez bakan bir yolcu gibi. Yıkılmak üzere olan kâgir bir yapıya dayanak olan kalın gövdeli direk misali şimdi kalenin surları bana dayanak oluyor. Değilse yıkılmadan ayakta durmam imkânsız. Ciğerlerime dolduruyorum iyot kokulu, bol yıldızlı akşamın serin havasını. Hiç acelem yok. Ağır ağır geri veriyorum nefesimi. Kır çiçeği misali şehrimin berrak havasını, ciğerlerime dolduruyorum. Tekrar, tekrar, tekrar… Bir müddet sonra başım dönüyor. Evlerin pencerelerinden süzülen onlarca hatta yüzlerce ışık efsanevi adayı tavaf edercesine dönüyor. Her turda biraz daha kenetleniyorlar, kalınlaşıyorlar. Döndükçe büyüyorlar, büyüdükçe aydınlanıyorlar, aydınlandıkça güçleniyorlar nihâyet onların ışığı ve gücü beni de sarıyor. Gözlerime yeniden ışık doluyor.”
Bizler, çoğu vakit hikâye kovalarız. İnsan, insanın hikâye anlatıcısından başka nedir ki? Can atarız bazı hikâyeleri paylaşmak için. Kimi zaman da yazmak zorunda olduğumuz için yazarız. Kalabalığın içinde, yalnızlık duygusunun sessizliği arasında yaşamın izini yakalamaya çalışan insanların hikâyelerine ses olmaya gayret ederiz.
“Böyle Olsun İstemezdim” kuytuda kalmış tüm hisleri gün yüzüne çıkarmayı dileyen, kendisiyle ve hayatla yüzleşebilenlere..