Bizler, dostlarımıza hainlik etmemekle değil, düşmanlarımıza dahi kalleşçe davranmamakla
öğünürüz. Üzerinde yaşadığımız toprakların diyetini vermek, bize atalarımızdan kalan bir mirastır. Bulunduğumuz yeri ihya etmenin ötesinde hiçbir gayemiz olmadı. Balkan Harbi’nde, Birinci Dünya Savaşı’nda, Alman İdeolojisi’nde ve nihayet Sovyet komünist rejiminde bizler, bu topraklarda ne yapılması gerekiyorsa onu yaptık. Sırta vurulmuş bir
bıçağımız yok, arkadan söylenmiş bir sözümüz yok,
izinsiz bir bahçenin gülünü hiç dermedik, destursuz bir kapıdan geçmeyi haram bildik. Söz söylemek gerektiğinde lekelemek için çamur atmadık, bilakis dürüstçe yüzüne karşı söyledik, kim ne hak etmişse. Haksızlığa uğramışsak da saldırarak öç almadık. Kendimizi korumak için savunmaya kalktı tüm kalkanlarımız.
“Yaptığı savunmayı kayıtlardan silmek lazım… Eğer
hapisten çıkar ve bu konuşmayı kendi halkına ya da
diğer azınlıklara anlatırsa SOSYALİZMİN TEMELLERİNİ KÖKTEN SARSACAK bir isyana sebebiyet verebilir. Bu savunma hiçbir yerde dillendirilmemeli.”
“Farkındayım, durum kesinlikle ciddi; başka türlü olsa
zaten Jivkov’a kadar uzamazdı konu. Siz sadece onu
hapse atın yeter.” (Mahkemeden)
Mehmet Habil, şu an bir anıtın üzerinde yazan sadece
bir isim değil, geçmişte vatan olan bir toprağın üzerine dökülen kanın adıdır.