Bir sızı vardı sende doğduğundan beri. Sızmakta olan bir şeyler vardı. Vücudun tam kapanmamış olacak ki kalbinden ya da kafandan sürekli sızan bir şeyler vardı. Dikkatli ve ağır ağır çıkıp ilerliyordu sızmakta olan. Dev bir balonun hava kaçırması yahut bir sigaranın tüten dumanı yahut kesilen bilek damarlarından akan kan gibi olmuyordu bu. Garip bir şekilde senden bir şey eksiltmiyordu bu sızı. Aksine, bir damla, bir damla daha koyuyordu üzerine. Sızan yerin/yerlerin genişlemesini ve sızanın oluk oluk akmasını bekliyordun. Fakat ince ince sızıyor ve sızdıkça da dolduruyordu içini. Kafanın içinde taşlar doğuyor ve doğuruyordu. Taşların ne hikmeti olduğu mühim değil. Sonuçta onlar vücudunun içerisindeydiler ve bir uzuvmuş gibi saygıyla yerlerini terk etmiyorlardı. Esas mühim olan sızanın ne olduğu ve nereye gittiğiydi.