Bebeğin dünyaya gelmesi yaklaşınca genç anne babaları, hattâ bazen büyükanne ve büyükbabaları bir telaştır sarıyor, güzel isim arıyoruz. Sözlükler, lügatler, internet siteleri… Hele ilk çocuksa, ilk torunsa, bir türlü isim beğenemiyoruz. Bilge aksakalların teklif ve tavsiyelerine gülüp geçiyoruz. Mutlaka kimsede görülmemiş orijinal olacak, mutlaka iddialı olacak (Otomobil alırken de öyle yapıyoruz ya!), mutlaka çarpıcı olacak, mutlaka modern olacak, mutlaka gizemli olacak, herkesin ağzını açık bırakacak. Ve inanır mısınız, aslında ismi çocuk için değil, kendimiz için arıyoruz.
Bakmasını bilenler, çocuklarının isimlerinden hareketle, o ailelerin yaşam ve eğitim felsefeleri hakkında, aile yapısı hakkında pek çok şey anlayabilirler. Çünkü “çocuğa isim verme”yle bunlar arasında azımsanamayacak ilişkiler vardır.
-“Çocuğunun adı ne?”
-“ALEYNA. Begül, Abay, Görkem, Kumsal, Yosun, Onur, Emir, Yiğit, Efe, Tunç, Kuzey, Samira, Almira, Simirna…”
-“Ah, şekerim, çok özgün. Kulağa da hoş geliyor… Nerden buldunuz? Anlamı ne?”
-“Evet canım, benim öğretim üyesi bir dayım var, feşmekân üniversitesinde bilmem ne doçenti, o önerdi. Anlamı; şey….. Kayınpederim -Hatice, Fatma, Nesibe, Mürşide, İffet, Mübeccel, Saliha, Yusuf, Abdullah, Abdülhamid, Salih, Şemseddin, Gıyaseddin, Keykubat, Alpaslan, Sabri, Selim, Talha, Hamza…- koymak istedi, kabul etmedik.”
-“Tabii şekerim, hangi devirde yaşıyoruz, çağdaş olmak gerek.”
-“Üstelik Aleyna, Kur’ân-ı Kerim’de de geçiyormuş.”(Anlamını bilseniz kahkahalarla gülersiniz.)