Bu hikâyeler, günümüz Türkiye’sinde yaşanan çoğu toplumsal, kültürel ve ekonomik sorunun kökeninde de yatmakta olan, 1950’li yıllar ve sonrasındaki hızlı şehirleşmeye, yani köyden kente göçe Barak Ovası’nın mazisinden, içten bir bakıştır. Yaşananlar, meselenin yalnızca bir mekân değişikliğinden ibaret olmadığını açık şekilde göstermiştir. Konu daha çok, Cumhuriyet’in kuruluşu ile hızlanan, bir zihniyet değişikliği ve dönüşüm çabasına ilişkindir. Bu şehirleşme (modernleşme) veya bazıları için şehirleşememe (modernleşememe) sürecinin etki ve sonuçlarına dair, ta kaynağında bazı gözlem ve izlenimlerim oldu. Kente göçün, hem şehirdeki hem de köydeki yansımaları çok önemliydi. Şehirler, şehirliler, köyler ve köylüler ne kadar hazırdı tüm bu olup bitenlere? Yeterince tahlil edildi mi; bilemiyorum. Fakat Barak Ovası’nda, tarımda yaşanan makineleşmenin ve büyük oranda bunun akabinde meydana gelen yoğun şehre gidişlerin ve bunun sonuçlarının hikâyesinin de yazılması gerekli gibi duruyor. Öyküler için tamamıyla gerçek hayattan alınmıştır denemez, ancak gerçek hayattan birtakım izler olmadığı da söylenemez. Türkiye’de, belirli bir dönemin, esasında bir geçiş sürecinin, belki de bir ‘modernleşme/modernleşememe sancısı’nın resmi, Barak yöresinden hareketle çizilmeye çalışılmıştır. Neticede geldiğimiz noktanın ise bu öykülerin sonlarında saklı olduğunu düşünüyorum. Son söz, gerçek bir Baraklıdan olsun, Essüm (Esme Tiryaki) ninem yaşamının büyük bir kısmını köyünde geçirdi, ama hep bir şehir tutkunuydu rahmetli, “Evveli Şehir, Ahiri Şehir” derdi her zaman.