Kimi zaman Cem Yılmaz’ın "Yahşi Batı"sını seyrederken güldüğümüz, kimi zaman da MFÖ’nün "New York Sokaklarında" şarkısını dinleyerek dolaştığımız, kimi zaman "İyi, Kötü ve Çirkin" ile "Bir Avuç Dolar"ı izleyerek hayal ettiğimiz, kimi zaman da "Uzay Yolu" mu yoksa "Yıldız Savaşları" mı diye tartıştığımız yeni dünya macera dolu Amerika’da yaşanan hikâyeler anlatmakla bitmez, yaşanmakla tükenmez.
Amerika öyle bir yerdir ki dünyaca ünlü yıldızların yanından, doğal hâllerinde oldukları için onları tanımadan geçip gider; kendini bir anda bir arkadaşının moda görüşmesinde buluverirsin. Ayda bir park ücreti öder gibi trafik cezası öder; hiç tanımadığın insanların evinde sabahlarsın. Öğlen yemeğini İtalya’da, akşam yemeğini de Çin’de yersin. Eski usul tıraş olurken puronu tüttürür; sonrasında Koreli bir aileye görücü çıkarsın. Manhattan’da bir kafede yıllardır görmediğin bir akraba ya da dostunla tesadüfen karşılaşır; ertesi gün onlarla akşam yemeği yer, özlem giderir ve seneler sonra tekrar karşılaşıncaya kadar vedalaşırsın. Central Park’ta bazen şans bir bankta yanı başına oturuverir; bir de bakmışsın sincapların eşliğinde sevgili kızınla kol kola yürüyorsun.
Boş gezenin boş kalfasından Cappadocia’dan Agartha’ya, Shambhala’dan Thule’ye, Machu Picchu’dan Chichen Itza’ya, Tenochtitlan’dan Chapultepec’e, Kauai’den O’ahu’ya, Acoma’dan Taos’a, Utah’tan Dakota’ya, Oraibi’den Triquet’e, Shaganappi’den Tkaronto’ya, Kepék’ten Filadelfiya’ya, Amid’den Mannahatta’ya, Appalachi’dan Pleiades’e, Cydonia’dan Jezero’ya geçmiş yarının geleceği tüm "Çocuk"lara selam olsun.