Tüm ülkelerin başkentleri, o ülkenin sembolü olmuştur. Uluslararası literatürde de ülkenin adı yerine bile kullanılmıştır.
Her türlü kültürel ve sosyal kurumlar, ne varsa oraya yapılmıştır. Bu tarihte de böyleydi.
Bizans, İstanbul’da caddeler, alanlar, obeliskleriyle Hipodrom, saraylar (büyük saray, Blakhernai, Bukoleon), kiliseler (Ayasofya, Aya İrini, Kariye, Küçük Ayasofya), üniversite yaptırmıştır.
Osmanlılar da kenti ihya ettiler. Okullar (Üniversite), kütüphaneler, saraylar, (Topkapı, Beylerbeyi, Dolmabahçe, Yıldız), Kasırlar (Küçüksu, Ihlamur).
Boğaziçi köşk ve yalıları, görkemli külliyeli camiler, müzeler, tiyatrolar, çeşmeler yaptırdılar.
Her dalda sanatçılar da İstanbul’da toplandı.
Kapan hanlar, hanlar, bedestenler, çarşılar; Doğu-Batı ticaretinin merkeziydi.
Yönetim yeri (saray) İstanbul’daydı. Yabancı elçilikler, İstanbul’daydı; sefirler buradan yurt dışına gidip geldiler. Yabancı diplomatlar, gezginler, saaatçılar İstanbul’a geldiler.
İstanbul doğa harikası bir yerdeydi. Dünyada hiçbir kent, bu kadar seçkin bir konuma sahip değildi.
İşte bu kitap, böyle bir kentin XVIII - XIX. Yüzyıllardaki kültürel ve sosyal yaşantısını anlatıyor.
Konular, bilimsel dipnot ve bibliyografya ile desteklenmiştir.
Asya ve Avrupa arasında letafette yarışan İstanbul, hayalleri bile aşan güzelliktedir.