“Yaşadığımız coğrafyada Emevi Saltanatı’ndan bu yana itaat kültürü ve güce tapınma hüküm sürmektedir. Bu neden-le klasik din(i)dar zihin, kitaba tek yönlü bakar. Her gün yapraklarını çevirip durduğu kitabın içinde sürekli olarak hida-yeti, takvayı, namazı, kırkta bir zekâtı, orucu ve haccı görmesine karşın, kıyamı, hicreti, cihadı ve şehadeti gör(e)mez. Kıyamsız, hicretsiz, cihatsız ve şehadetsiz bir din… Bu din, uyuşturucu dinidir.
Para-pul, araç-gereç, sayı-nüfus hesabı yaptırır. Kitapla eşekleştirir, namazla ürkekleştirir, duayla pasifleştirir. Bu di-nin mensubu olan adam, iş elini taşın altına koymaya geldiğinde ortadan sıvışır. Yangını söndürmek için eline bir ko-va su alıp yangın mahalline koşmak yerine, oturduğu yerden akıl verir, ahkâm keser. Onun dininden bir şey çıkmaz, çıksa çıksa kölelik çıkar; zira onun dini itaati emreder. Der ki, “zalim de olsa sultana/otoriteye itaat edeceksin.” Aynı adam -Allah muhafaza- gücü eline geçirdiğinde (iktidar olduğunda) ortalığı kasıp kavurur, muhaliflerine dünyayı dar eder. Güce tapınan adamın genel karakteristiğidir bu; güçlüye itaat eder, zayıftan itaat bekler.
Hâlbuki din, insanlığı sırtına vurulmuş olan yüklerden ve boynuna dolanmış olan zincirlerden kurtarmak için vardır. Ni-tekim peygamberin misyonu da budur (7/158). Dolayısıyla bu dinin tabiatında itaat değil, isyan vardır. “La ilahe illal-lah”la statükoyu yıkar, hiyerarşiye (ast-üst ilişkisi) son verir, “La kuvvete illâ billah”la en-Nâs’ı, yani toplumu ön plana çıkarır. “Fekku raqabe”yle köleliği ortadan kaldırır. “Lehû mülkû’s-semavati ve’l-ard”la rızık kaynaklarını kamusallaştı-rır/insanlık ailesinin ortak mülkiyeti haline getirir. “İnsan için emeğinin karşılığından başka bir şey yoktur” diyerek “her-kesten yeteneğine göre”, “İhtiyaçtan fazlasını verin” diyerek “herkese ihtiyacı kadar” prensibini vazeder ve böylece efendilerle köleleri eşitler.”